Gavs-ül Vasilin Abdülkadir Geylânî, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat'a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak:
— Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! diye tenbihte de bulunmuştu.
Abdülkadir'in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylânî'ye:
— Senin neyin var? diye sordu. O hiç tereddüt etmeden:
— Belimde kırk tane altınım var!., dedi. Eşkiyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikleri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reislerinin yanına götürdüler.
Reis:
— Evlâdım biz seni aramayacaktık. Sen niye bende altın var dedin ve başını derde soktun, dediğinde, Abdülkadir:
— Ben dünya malı için anneme ve Allah'a verdiğim sözümü bozamam! diye cevap verdi. Henüz dokuz yaşında bulunan bir çocuktan bu sözleri duyan eşkiya reisinin kalbi yumuşamaya başladı.
Bir müddet karşısındaki çocuğu ve kendi halini düşünen eşkiyabaşı:
— Arkadaşlar, ben şu andan itibaren bu zamana kadar yaptığım bütün günahlarımdan dolayı pişman oluyor ve tevbe ediyorum, bundan sonra da bir daha kötülük işlemeyeceğime söz veriyorum. Eğer siz bu işe devam etmek istiyorsanız, başınıza başka bir reis bulun, dedi ve bütün alınan malların geri verilmesini emretti.
Reislerini dinleyen diğer eşkiyalar:
— Biz bu işe seninle başladık, seninle bitireceğiz. Madem sen vaz geçtin, biz de tevbe-istiğfar ediyoruz, dediler.
Abdülkadir Geylânî'nin , ihlâslı ameli semerisini verdi, eşkiyalar kervandan aldıkları bütün malları geri verdiler. Ve o zamana kadar o muhitin korkulu rüyası iken oralarda bir kötülüğün bile işlenmesine müsaade etmez oldular.