Ülkemizin başına gelen böyle bir felaketten sonra, ilk cümleme nasıl başlayacağımı bilemedim. Kendimde bizzat depremi yaşadım. Duyduklarım ve izlediklerimden sonra gecenin karanlığında yalın ayak dışarı çıktığımdan bahsetmekten hâya ediyorum. Depremde çok yakın iki arkadaşımı Kahramanmaraş’ ta kaybettim ve en acısı da birisinden geriye baş sağlığı dileyebileceğim kimse bile kalmadı.
O kadar çok hikâye var ki, vicdan sahibi her insan hangi birisine üzüleceğine şaşırır. Hikâyelerini ölümsüzleştirmek istesem, yazarken yürek dayanmaz.
Deprem doğal bir afettir. Buna kimsenin engel olması mümkün değil. Depremi yaşayan bizlerinde buna bir itirazı yok. İnsanımız bu konu da vakar ve mütevekkil.
Deprem sonrasında birçok söylenti ve şehir efsanesi çıktı. Şu bir gerçek ki ülke olarak depreme hazırlıksız yakalandık. Depremzedelerin itirazı da tam olarak burada başlıyor. Halk hazırlıksız yakalandığı gibi yöneticilerde hazırlıksız yakalandı. Oysa depremden iki ay kadar önce ülke genelinde çök, kapan ve tutun hareketleriyle deprem tatbikatı yapılmıştı.
Hava çok soğuktu, bazı yerlerde yağış vardı, deprem olmuştu ve elektrikler kesilmişti. Üstelik deprem bir veya iki şehirde değil geniş bir coğrafyada meydana gelmişti. Ülkemiz 6 Şubat sabahına enkaz altında uyandı. Gün ağardığında depremin şiddeti ve yıkımı ortaya çıktı ancak müdahale noktasında geç kalındı.
İlk depremden saatler sonra ikinci bir depremin meydana gelmesi ve peş peşe yaşanan artçı depremler daha fazla can kaybına neden oldu. Bu felaketin her yönden etkileri daha uzun yıllar sürecek ve konuşulacak.
Ben bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde vefat edenlerin sayısı kırk bin civarında ve yaralananların sayısı ise yüz on bin civarındaydı. Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen bazı bölgelerde halen arama kurtarma çalışmaları devam etmekte ve sağ kurtulanlar var. Yıkılan binalardan son taş parçası kalkıncaya kadar umudumuzu kaybetmeyeceğiz.