Bu, yaşadığımız ve asrın felaketi olarak nitelendirdiğimiz depremle ilgili son yazım. Deprem vicdan sahibi herkesi derinden etkiledi. Vefat edenlerin sayısı, halen net olarak belli değil. Şu da var ki bizim rakamlarla telaffuz ettiklerimizin her biri, birer insan. Her bir rakamın sevenleri vardı, hayalleri vardı…
Ramazan Ayının arifesindeyiz. Bu Ramazan Ayını buruk karşılıyoruz. Çadırlarda yaşayan ve daha ne kadar süre çadırda yaşayacakları belli olmayan insanlar var.
Henüz depremin yaralarını saramamışken bir de sel felaketiyle karşılaştık. Kadim şehrimizde yoğun yağış olacağı biliniyordu. Dere yataklarına yapılan yapılar nedeniyle sel meydana geldi. Yağış öncesinde uyarı mesajları aldık ancak yıllardan beri süre gelmiş olan çarpık kentleşme için yapılacak bir şey yoktu. Sel depremzede çadırlarını da etkiledi. Kadim şehrimizde vefat edenler ve yaralananlar oldu.
Meydana gelen sel felaketini de, depreme dediğimiz gibi kader mi diyeceğiz? Doğanın intikamı mı? Yoksa bizlerin tedbirsizliği ve günü kurtarmaya yönelik geçiştirmeleri mi? Artık yaşadıklarımızdan ders çıkarmanın zamanı gelmedi mi?
Ben bu yazıyı kaleme almaya başladığımda henüz sel felaketi olmamıştı. Özellikle sosyal medyada öyle görüntüler ile karşılaşıyorum ki hiçbir şeye hevesim kalmadı. Bir tarafta insanımız selle ve sair felaketlerle boğuşurken içimden yazı yazmak bile gelmiyor. Bu yazıyı kendimi zorlayarak kalem alıyorum. Ahmed Arif’ in ‘’Gel haberi nerden verek’’ dediği yerdeyim.
Hiçbir acı ve yas ilelebet sürmez, süremez. Nefes aldığımız sürece hayatın bir akışı var ve hayat bizi beklemez. El birliğiyle yaralarımızı saracağız. En çok birbirimize destek olmamız gereken dönemdeyiz. Siyasi hesaplaşmalar bir kenara bırakılıp, kenetlenmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki bizim ortak paydamız dinimiz ve yaşadığımız topraktır. Halen depremden ve selden etkilenip kalacak yer ihtiyacı olan insanlar var. Hava şartları malum, halen soğuk ve yağış var.