Araştırmama rağmen bunun nereden gelip erkek egemen toplumun diline dolaştığını öğrenemedim. Kimi kaynaklar beni Moğollara kadar götürse de çok da üstünde durmadım. Benim derdim Ali’nin atı.
Ali ile aynı mahallede büyüdük. Hani eski Siverek evlerinin bulunduğu, bir yağmur yağdığında toprak ananın kokusunun duyulduğu, mutsuz insanın bile yoksulluğa rağmen gülümsediği küçelerde. Hani yaz aylarında toprak çatının sulanıp gece yıldızları saydığımız, akşamları ise çok az sayıda bulunan evlerden yükselen Ayşe Şan’ın yanık sesinde küçeye yayılan Kürtçe türküler yankılanır sarardı tüm küçeyi. İşte o tarihlerde özelikle Ali ile akşam saatleri buluşurduk.
Ali davulcu olduğu için diğer yaşıtlarınca bazen dışlanmak istenirdi küçelerden. Bazı çocukların annelerinin sesi kulağımda halen “la oğlum niye oynisan onunla, o âşıktır” YANİ GEÇİMİNİ DAVUL ZURNAYLA KAZANAN…
Ben o dönemde sıcak demirciler çarşısının belki de en küçük çırağıydım. Ali ise davulu omuzunda sıkça yapılan köy ve şehir düğünlerine giderdi. O zamanlar düğün salonu yoktu. Ya kırlarda ya da toprak çatılı evlerin avlusunda yapılırdı düğünler. Bazen zenginlerin düğünleri yedi gün yedi gece sürerdi. Damat yoksul ise üç gün sürerdi. Yoksul ailelerin düğünleri çoban kavalının ritmiyle devam ederdi.
Ali yoksul ama mutluydu. Davulun tokmağı, zurnaya verdiği nefesiyle yaşamını sağlardı tüm aile fertleri. Gün geçtikçe düğünlerin şekli değişti. Modern düğün salonları ve orkestralar eşliğinde yapılan her düğün, Ali ve ailesini ekonomik zorluklar içinde bıraktı.
Düğünlerden umudunu kesen Ali bir at arabası alıp ekmeğinin peşinden koşmaya başladı. Düğünler bitmişti. Davulun tokmağı artık ne ekmek veriyor ne de ses, sadece; Ramazan aylarında atlı arabasıyla dolaşıp iman edenleri sahura kaldırıyor.
Belediye atlı arabaların çevreyi kirlettikleri gerekçesiyle atlı arabaların şehir içine girmesini yasakladı. Ali’ye ve atına şehir merkezine giriş yasaklandıktan sonra Ali’nin işleri bozuldu. Okuma yazması olmadığı için atlı arabayı motorlu taşıta dönüştüremeyince Ali’nin evine getirdiği rızkı yarı yarıya azaldı.
Ali için yoksulluk çanları çoktan çalmaya başlamıştı. Felek adeta ona gülmeyi yasak etmişti. 25 yıldır sevgiyle baş koyduğu yastık arkadaşı, yani canı kadar sevdiği karısı, açlığı, yoksulluğu çocuklarının çıplaklığı ve yalnızlığını çokça düşündüğü için bir gece ansızın tansiyonu beynine kötü bir şaka yapıp onun sol tarafının felç kalmasına neden oldu.
Bu olaydan sonra Ali yaşarken ölenlerden oldu. Karısının hastalığı adeta onu hasta etmişti. Defalarca keşke onun yerine ben hastalansaydım dese de bazen insanın ne duası ne de bedduası kabul olur.
Sevgili çocukluk arkadaşım davulcu Ali; karısını tedavi ettirebilmek için neyi varsa sattı. Yıllardır kendisini dört ayaklı ve iki ayaklı vahşilerden korumak için aldığı av tüfeğini sattı. Karısını kontrole götürmesi gerekiyordu. Halini bilen taksici “sen 300 TL ver” doktora gideceği gün yaklaşıyordu. Aylardır karısının hastalığı yüzünden çocuklarına bakmak zorunda kalan Ali hiçbir iş yapamamıştı. 300 TL Ali’nin gözüne çok para.
Eli kolu bağlı. Düşündü gece aklına geldi. Yıllardır çocuklarının nafakasını sağlayan atını satacaktı. Atın bulunduğu ahıra gitti. Karşısında bir dostu varmış gibi atıyla dertleşti. Bu sevdiği bir insanla bir daha kavuşamama vedasıydı. Gecenin karanlığında Ali’nin gözyaşları parladı atın boynunda.
Ali atını 400 TL’ye sattı.
Karısı yatalaktı. Bir dahaki hastaneye kontrole nasıl gideceğini düşünmeye başlamıştı. Kendi kendine söylenmeye başladı. Avradım uğruna atımı, silahımı sattım. Satacak hiçbir şeyim kalmadı?
Evet; at, avrat, silah. Yiğitliğin, mertliğin şanından sayılıyordu. Yoksulluk belası uğruna Ali avradı uğruna ekmek teknesi atını sattı.
Ali’nin adresi bende, Ali’ye yardım etmek isteyenler olursa beklerim. Ali davulcu olmasına rağmen asla dilenci değil…