Habîbullah hazretleri bu endişe ile Allahü teâlânın dergâhına niyaz ederken, Hazreti Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Cennetten kâfurlu iki elbise getirdi. Birini Hazret-i Hasan’a, diğerini Hazret-i Hüseyin’e verdi. O şehzâdeler elbiselerini renksiz görüp, gizlice bizim de elbiselerimiz renkli olsa idi dediler. Cebrâîl aleyhisselâm bu kolaydır; yâ Resûlallah. Emir buyur, su getirsinler. Ben elbiselerin üzerine dökeyim. Siz de ayı ikiye bölen elinizle ovalayın. Şehzâdeler renk beğensinler, dedi.
O emir söylenince Hazret-i Hasan, buyurdu, bana zümrüt renkli elbise sevimlidir. Hazret-i Hüseyin buyurdu, bana lâle renkli elbise sevimlidir.
Hemen istedikleri gibi mesrûr olup, elbiseleri giyip, sevindiklerinde, Cebrâîl aleyhisselâm ağladı. Resûlullah “sallalahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: “Yâ kardeşim Cebrâîl! Herkesin sevindiği bir zamanda senin ağlamanın hikmeti nedir?”
Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: “Ey seyyid-i mükerrem! Cennette gördüğün kasırları unuttun mu ki, Hazret-i Hasan’ın kasrı yeşil, Hazret-i Hüseyin’in kasrı kırmızıdır. Bu elbiselerin rengi de onlara işarettir ki, Hazret-i Hasan’ın zehir içip vefat edeceği sırada mübârek rengi zümrüt gibi olur. Hazret-i Hüseyin’in mübarek yüzü kana boyandığı zaman rengi kırmızı olur.
Kıt’a:
Zamanın sâkisinin iltifatı budur ki, Hasan’ın bardağına zehir dökmektir,
Felek celladının ahdi ile de, şehit Hüseyin’e kılıç çekmektir.