Çok canlı bir şekilde hatırlıyorum, 90’lı yılların başı idi. 1977’de temelleri atılan tünellerin açılışı yapılmış, Harran su ile buluşmuştu. Şehirde büyük bir coşku ve heyecan vardı. Düşünsenize dünyanın en verimli toprakları çorak halde dururken artık ülkeye ekonomik olarak ciddi katkılar sunacaktı. Şanlıurfa tarımın ve tarıma dayalı sanayinin başkenti olacaktı. Bu şehir makûs talihini yenecek ve artık zenginleşecekti. GAP ile Paris olma hayalleri kurmaya başlamıştık.
Yine o yıllarda Organize Sanayi Bölgesi’nin temelleri atılmış tarıma dayalı sanayi için hayaller kurulmuştu. Sonrasında ise GAP Uluslararası Havalimanı’nın da temelleri atılmıştı. Harran ovası ve diğer ovalarımızda ekilen biçilen ürünler sanayi bölgesinde işlenecek ve dünyaya ihraç edilecekti. Bu sadece bizim değil tüm bölgenin de kaderini değiştirecekti. O yılları görmeyen okuyucularım için bu anlattıklarım bir hayal olabilir ve bunda haklı da olabilirler. Çünkü aradan 30 yıl geçmesine rağmen bu anlattıklarım maalesef gerçekleşmedi. Gaziantep sanayileşmede aldı başını gitti, Adıyaman ve Mardin bile ihracat kalemlerinde bizim önümüzde. O hayallerimizi süsleyen Organize Sanayi Bölgemiz yatırımların çok uzağında kaldı ve yine o uluslararası havalimanımız yalandan da olsa bir defacık yurt dışı tarifeli uçuş dahi yapamadı. Bırakın yurt dışını KKTC’ye ve Antalya, İzmir gibi şehirlere bile düzenli bir şekilde uçamadık. Oysaki açıldığında Türkiye’de en uzun pistine sahip havalimanıydı. Niye bunları anlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü bu şehir bir sanayi şehri olma fırsatını maalesef kaçırdı.
Peki, bu verimli ovalara sahip kadim kent, tam anlamı ile bir tarım şehri olabildi mi? Evet, kabul ediyorum, burası bir tarım şehri, ama nimetlerinden faydalanamadığımız bir tarım şehri. Ya da hakkını veremediğimiz bir tarım şehri. Unutmayalım ki, Hz. Adem’in bu topraklarda tarım yaptığı söyleniyor ve buğday ilk olarak bu topraklara düşmüş. Dünyanın en verimli ovaları, en uzun sulama tünelleri, en büyük barajlarından birisi ve yine dünyanın en büyük devlet çiftliği bu topraklarda. Bu kadar nimete karşılık bu topraklarda ne mi yetişiyor. Onu ben söylemeyeyim, zaten biliyorsunuz, bu ovalarda yetişen ürünler bir elin parmaklarını geçmiyor. Yazık değil mi bu topraklara, bu yatırıma, bu işi yapan insanlara. Şanlıurfa’nın sadece iki katı büyüklüğünde bir devlet olan Hollanda, dünyaya tarım ürünlerini ihraç edip, dünya ikincisi olabiliyorken, biz üretim kalemlerimizle Türkiye’ye yetemiyor, dışarıdan ürün ithal etmek zorunda kalıyoruz. Şanlıurfa tarım şehridir derken biraz daha düşünmemiz gerekmiyor mu?
Yine gerilere, 30 yıl öncesine gidiyorum. Şehre üniversite kuruluyor ve artık üniversitesi olan bir şehir oluyoruz. Dünyanın en eski bilim merkezi Urfa’dan dünyaya bilim konusunda bir kaç kelime etme fırsatı bulmuş olmanın heyecanını yaşıyoruz. Şanlıurfa’ya akın akın öğrenci gelecek, bu öğrenciler şehir ekonomisine katkı sunarken şehrin de çehresi değişecek. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’nin her bölgesinden gelen öğrencilerin kendi kültürlerini getirdiğini, zaten kültürel olarak çok zengin olan şehrin daha da zenginleşeceğini. Sizce geçen otuz yıldan bu yana bu bahsettiklerim oldu mu? Yani bu şehir bir öğrenci şehri olabildi mi?
Peki bu kürek nereye doğru çekiliyor?
Bu kent ne güzel fırsatlar bulmuş da, bir türlü değerlendirememiş. Sanayileşme treni kaçmış ve hakkıyla bir tarım kenti de olamamış. Hatta ne öğrenci şehri olabilmiş ne de bilimin merkezi. Bu saydığım fırsatlar şimdilik kaçmış gibi görünse de tekrar yakalanabilir. O potansiyel var, yeter ki o irade ortaya konsun.
Şimdi öyle bir fırsat ayağımıza geliyor ki, 30 sene sonra evlatlarımız bizler için, büyüklerimiz ne iyi etmiş de bu alana emek vermiş, çaba sarf etmiş diyecekler. Bu şehir bu fırsatla bırakın Türkiye’yi inanın Dünya’nın göz bebeği olacak kıymete sahip. Ne mi bu?
Tabi ki Dinlerin Atayurdu olması dolayısı ile adeta bacasız fabrika olan Turizm potansiyeli…
Detayları takip edin, haftaya buradayız.