DEĞERLERİMİZ RUHÂVÎ NÂBÎ(URFALI NÂBÎ)

Şanlıurfa'mızın değerli şahsiyetlerinin isimlerini beton yığınlarına, caddelere, sokaklara, mahallelere vesaire vererek onları yaşattığımızı zannediyorsak yanılıyoruzdur.  Onlara vereceğimiz en büyük değer, onları tanımak...

Abone Ol

Şanlıurfa’mızın değerli şahsiyetlerinin isimlerini beton yığınlarına, caddelere, sokaklara, mahallelere vesaire vererek onları yaşattığımızı zannediyorsak yanılıyoruzdur. Onlara vereceğimiz en büyük değer, onları tanımak ve değerli eserlerini okuyarak olacaktır…

Bu vesileyle bu haftaki köşe yazımızda Şanlıurfa’mızın değerlerinden Ruhâvî Nâbî( Urfalı Nabi) yi ele almaya çalıştık.

17.yüzyıl Türk edebiyatı şairlerinden Nabi, 1642 yılında eski adı “Ruhâ” olan Urfa’mızda doğmuştur. Asıl adı Yusuf olan şair, aşağıdaki beyitte Urfa’da doğduğunu ifade eder:

“Hâkimiz mevlididir hazret-i İbrahimin

Nâbîyâ rast makamında Ruhâvîyiz biz”

Urfalı Şair Nabi’yi yine bir Urfalı Akademisyen olan Prof. Dr. Abdulkadir Karahan şöyle anlatır :” Denebilir ki Nabi, çağımızın huzursuzluk ve kararsızlıktan, hükümet yönetiminden başlayarak çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlaşan zulüm, hile, yalan, rüşvet, mal ve menala aşırı rağbet, rikarlık, her işte menfaata bağlılık gibi kötü huyların toplumu kemirmesi karşısında, fikir ve hikmetin gölgesinde-manen olsun- rahat ve dağdağasız yaşamak iç arzusuyla dolu bir şahsiyettir.”

Şair Nabi üzerine binlerce araştırma ve inceleme yapılmıştır. Bu araştırmalar içerisinde, 17. Yüzyıl şairi Nâbi’nin hac yolculuğu esnasında yazdığı meşhur naat Osmanlı insanının peygamber sevgisine yönelik sevgisinin baş tacı gibidir. Edebiyat ve sanatla ilgilenen hemen herkes tarafından bilinmekte olan uzunca nat'ın meşhur hikâyesini Urfalı olarak bilmenizi tavsiye ederim şöyle ki:

“Sakın terk–i edepten, kuy–i mahbub–ı Hudâ'dır bu

Nazargâh–ı ilahidir, Makam–ı Mustafa'dır bu”

Günümüz Türkçesiyle: “Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allah’u Teâlâ’nın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin (sav) bulunduğu yerdir. Bu yer, Hakk Teâlâ’nın nazar evi, Resul–i Ekrem'in makamıdır.”

Naatın hikâyesi; daha doğrusu vakıası şöyledir. Şair Nâbi, Osmanlı devlet erkânıyla birlikte hac yolculuğuna çıkmıştır. O zaman hac yolculukları arz ettiğimiz üzere aylar sürmektedir. Ayrıca usule, adaba azami ölçüde dikkat edilmektedir. Bu cümleden olarak o yıllarda Medine yakınlarına gelen hac kervanları direkt olarak şehre adım atmazlardı. Medine’nin kenar mahallelerinde konaklar, Hz. Peygamberden (sav) manevi işaret aldıktan sonra Son Peygamberin (sav) şehrine tevazu ile girerlerdi.

Nâbi, arz ettiğimiz naatını, kutlu belde yakınlarında istirahat halindeyken Medine-i Münevvere'ye doğru ayaklarını uzatan bir paşayı ikaz etmek için kaleme almıştır. Paşa, Nâbi'nin naatını işitince, yazılma sebebini anlar ve hemen doğrularak ayaklarını peygamber şehrinin aksi istikametine doğru çevirir.

Beklenen işaret gelince kafile yola koyulur ve sabah ezanına yakın Mescid–i Nebevi'ye varılır. Mescid–i Nebevi’nin müezzinleri, minarelerden ezan–ı Muhammedi’den önce, Nâbi'nin seher vaktinde yazdığı naatını okurlar. Nâbi ve haliyle Paşa epeyce şaşırır. Çünkü bu naatı ikisinden başka kimse bilmemektedir.

Nâbi ve Paşa, sabah namazını kıldıktan sonra, soluğu müezzinlerin yanında alır. Nâbi, yanında paşa olduğu halde müezzinlere, “Ezandan önce okuduğunuz na’tı, kimden, nereden ve nasıl öğrendiniz?" diye sual eder. Müezzinler gayet sakin bir şekilde hep birlikte şu cevabı verirler:

"Resûl–i Ekrem (sav) bu gece Mescid–i Nebevi’nin tüm müezzinlerin rüyasını şereflendirerek buyurdular ki:

Ümmetimden Nâbi isimli bir zat ziyaretime geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezanından önce, onun, benim için yazdığı bu naatı okuyarak Medine'ye girişini kutlayın.”

Hayret makamında bulunan paşa istiğfar ederken,“Ümmetimden Nabi” hitabına mazhar olan Osmanlı Şairi, şükür secdelerine kapanır.

Böylelikle Nabi’nin “Sakın terk–i edepten, kuy–i mahbub–ı Hudâ'dır bu/Nazargâh–ı ilahidir, Makam–ı Mustafa'dır bu.”naatı peygamber (sav) sevgisinin somut bir nişanesi olarak tarihteki yerini alır.”*

Unutmayalım ki! Değerlerimizi bilmek ve yaşatmak bize değer katacaktır. Vesselam…

Kaynakça:

Prof.Dr. Ali Fuat Bilkan, Nabi Hayatı Sanatı Eserleri

(*)İbrahim Ethem Gören

Prof. Dr. Abdulkadir Karahan