Dilimizde faiz, Kur’ an-ı Kerim’ de ribâ, ekonomistlere göre kâr, bir kesime göre pay, fiyat farkı, vade farkı, tefe… Dileyen dilediği gibi isimlendirebilir. Yüksek Lisans yaparken bir hocam şöyle tanımlamıştı ‘’faiz bugünkü tüketimden vazgeçmenin bedelidir.’’ İsimler veya farklı tanımlar yapılanı ve alınan para farkını değiştirmiyor.
Faizin tarihi M.Ö. 3000’li yıllarda ilk olarak Sümerler zamanında kullanıldığı ve ilk kez borç verilen tohumların belli bir yüzde fazlasıyla geri alınması olarak ortaya çıktığı tahmin edilmekte. Yaklaşık 5000 yıllık tarihi olan faiz ilk olarak borç verilen tohumların geri alınırken, %20 daha fazla oranda alınmasıyla ortaya çıkmıştır.
İslamiyetteki en katı yasaklardan birisidir. Kur’ an-ı Kerim’ de dört yerde geçer. Bunlardan birisi şöyledir: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, alışveriş de faiz gibidir demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara Suresi, ayet: 275.)
Muhammed Emin Yıldırım’ ın siyer ile ilgili bir kitabını yıllar önce okuduğumda bir bölüm çok dikkatimi çekmişti. Bize yıllarca Uhud Savaşında okçuların tutukları tepeyi ganimet toplamak için terk ettikleri söylendi veya öğretildi. Kitapta yazılana göre ve benimde okurken çok etkilendiğim olayın aslı şöyle; O dönemde savaşa katılacak olan Müslümanların savaşta kullanacak silahları alamayacak kadar maddi durumları elverişsiz. Medine’ de yaşayan bu Müslümanlar oradaki Yahudi tefecilerden silah alabilmek için faizle borç alıyorlar yine başka Yahudilerden de aldıkları bu borçla silah ve zırh alıyorlar. Savaş esnasında onlara tuttukları tepeyi emir gelmeden terk ettiren baskı, faizle aldıkları borçtur.