Sanki akan nehirler ters akmaya başladı, nehir denize dökülüp rahatlayacağına deniz nehirlere aktı, tıpkı insanın ruhunun sıkışması gibi sıkışıp kaldı.
Sanki gökle yeryüzü yer değiştirdi. Gökyüzünde pamuk misali bulutlar mutlu, mesut, sağır, kör yaşarken tepemize, kafamıza düşen hatta başımızı yaran, beynimizi delen taş ağırlığında ki sorunlar. Baş koyduğun yastığı beynini kemiren karınca yuvası, ağır geliyor uzaklardan, bir şarkının melodisi. Yorgun gözlerin kapanmaması adına yaşantın, bir film misali. Bazen gülümsüyor dudaklar, bazen ıslanıyor gözyaşıyla karınca yuvasına dönüşmüş yastık.
Sanki kadın erkek yer değişti. Kadınını sahiplenen, ekmeğini taştan çıkaran adamların, yerini evin ekmeğini, çocuğun ayakkabısını düşünen kadınlar aldı. Gözleriyle sevişen, dokunmaya kıyamayan adamların yerini kadını bıçaklayan, daha yaşamın goncasıyken genç yaşında toprağın altına sokan caniler aldı. Yürekten sevgiler yok oldu, yerini menfaat, çıkar aldı. Şu üç günlük dünyada kalp güzelliğin yerini cüzdanlar ve bankamatikler aldı. Ne tuhaf ki doğrular yalanlara kurban edildi, yalan ve sahtekârlık üç beş kuruş uğruna baş tacı yapıldı. Yani tersine dönmeye başladı dünya…
Sanki ayaklar baş, başlar ayak oldu. Olmayan düzen içerisinde kraldan çok kralcılık oynayanlar çıktı meydana, başka bir deyimle soytarılar şah oldu padişah oldu.
Üç kuruş para bulan patron oldu, ezmeyi kendinde hak gördü. Hak yiyerek büyümeyi, kazanmayı başarı saydı, etrafındaki dalkavukları ayakta alkışladı. Çalışan emekçi sosyal medya paylaşımından SGK mesajında öğrendi işten çıkarıldığını.
Ahlaki değerler birer birer yok oldu. Genç kızın sokakta elinde sigarayla gezmesi özgürlük sayıldı, fakirin giymeye utandığı, yırtık kotlar giyip bacaklara pencere açmak moda oldu.
Sanki eller çok uzadı, o kadar çok uzadı ki; yetimin, öksüzün hakkını aldı yetmedi, yetimin kursağında ki bir lokmayı oradan almaya çalıştı.
Sanki tüm iki ayaklı ayılar kanatlandı, uçmaya başladı. Gökyüzü kuşlara dar geldi birer birer yere çakıldılar. Özgürlük timsali ak güvercinlerden eser kalmadı, mavi gökyüzü barut ve kan rengini aldı, ölüm ve ihanet yağmurları yağmaya başladı ezan sesi yankılanan sokaklarda.
Kültürel değerler yok oldu güven huzur içerisinde muhabbetle içilen bir fincan kahvenin yerini yarım kilo et parası verilen şekerli sular aldı.
Kuru fasulye pilavın yerini fastfoodlar aldı, kanser obezite arttı, anneanne ziyaretiyle birlikte bir kâse çorba tarihe karıştı.
Para yüzünden baba oğula, oğul kardeşe kazık attı. Teknolojinin gelişmesiyle çocuklar ebeveynlerini beğenmez oldu, ailevi ilişkiler samimiyetten uzaklaştı değerini yitirdi. İnsanı insan yapan geleneksel aile yuvaları yıkık birer viraneye döndü.
Komşuda cenaze varken, yas tutan mahalle sakinlerinin yerini acıyı anlamayan ertesi güne işe çağıran patronlar, yöneticiler aldı.
Çiğköfte, lahmacunun yiyen varoş, suşi yiyen sonradan görmeler kültürlü sayıldı, sosyete grubuna dahil oldu.
Gelmişini, geçmişini unutan utanan aileler kültür çatışması içerisinde, psikolojisi bozuk, kişiliği oturmayan çocuklar yetiştirdi.
Ebeveynlik sınırlarını koruyamayan “çocuğumla arkadaşız” diyen şımarık düz duvara tırmanan özgüvenle ukalalığı karıştıran nesiller topluma kazandırdı.
Alıntı, çalıntı, değiştirilen yazılar, şiirler sayesinde sosyal medyada herkes şair, yazar, politikacı oldu, bu arada beyniyle yazdıkları çelişenler sosyal medyanın fenomeni oldu.
Eğitimdeki kalitesizlikle beraber sağlık dağıtacak olan doktor yerine kasaplar, adalet dağıtan hukukçu yerine vicdanı eksik cübbeliler, öğretmek yerine öğrensinler diyen meslek sahipleri türedi.
Zeki yetenekli çocuklar dağların ardında dünyadan habersiz yaşayıp imkânsızlıktan eğitim göremezken, baba parasıyla zorla eğitim aldırılmaya çalışılan dünya etrafında dönüyor sanan embesil çocuklar, gençler yetiştirildi.
Babasının evinde görmeyen, koca evinde gören hırslı kadınlar sayesinde yetiştirdikleri çocukların dengesi bozuldu, yetmedi kocaların o da yetmedi toplumun dengesi bozuldu. Yaşam bozuk bir saatin yel kovanına döndü.
Tarlaya domates ektik patlıcan çıktı, patlıcan ektik hıyar topladık. Hıyar misali oldu hayat tatsız, tuzsuz, lezzetsiz… Yerken mutluluk hormonu salgılayacağına, damakta tat bırakmadan mideye indi gitti.
Dünyanın sonu yaklaşıyor gibi
Sahi sonrası ?
Söğüt ağaçları belki haziranda dökecek yapraklarını, Temmuz hazan vakti olacak, üşüyecek yaralı yürekler gel diyecek sevdiğine artık vuslat bitti.
Kim bilir beli ki bir gün ayrılıkların vedaların yerini kavuşmalar alacak, kenetlenecek kollar sanki ayrılıklar hiç yaşanmamış gibi olacak. Umutsuzluk olmaz tabı baştan saydırdık tüm olumsuz ve mutsuz olayları.
Yaşar Kemal’in dediği gibi” o iyi insanlar atlarına binip gittiler.”
Yine de inanıyorum o atlarına binip giden iyi yürekli insanlar bir gün geri dönüp iyilik aşılayacak tüm yüreklere.