HERKES KENDİSİ KADAR SEVER

Bu gün aslında, benim çok önemsediğim bir konu hakkında bir yazı yazmayı planlamıştım. Akşam evde kafamda tasarladığım yazının konusu Siverek’te okuma alışanlığı olacaktı. \n \n

Abone Ol

Bu gün aslında, benim çok önemsediğim bir konu hakkında bir yazı yazmayı planlamıştım. Akşam evde kafamda tasarladığım yazının konusu Siverek’te okuma alışanlığı olacaktı.

        Son günlerde Siverek’in çok sorununu yazdık. Özellikle gazeteci arkadaşlarımla son günlerde yaptığımız eğitim haberleri birçok Siverekliyi üzdüğünü düşünerek bu gün ki yazımı Aşka ve genel anlamıyla sevgiye ayırmaya çalıştım.

           Aşkı ve sevgiyi ne kadar zorlasak zorlayalım her insan kendisi kadar sever diye düşünüyorum.

           Elbet her aşkın, her sevginin şehveti yanı yoktur. Bazen insan bu duygulardan uzakta birine aşık olabilir. Aşkın yaşı, başı, sonu olmadığını düşünüyorum. İnsanlar yaşadıkça sevgi ve aşk anlayışları farklıda olsa dünya döndükçe herkes kendince sevmeye devam edecek.

            Bu güne kadar aşk üzerine binlerce kitap yazılmış, insanlar sevmeye devam ettikçe, her aşk ya ihanet, ya ayrılık rüzgârından nasibini alıp kitap sayfalarına akacaktır.

            Sizlerde sıkça duymuşsunuz: iki insanın sevgisini, aşkını onaylamayanlar hep şunu demiştir’’davul dengi dengine çalar’’bunun yanında çok az insan çıkıp şunu diye bilmiştir’’davul insanın boynunda tokmağı elinde, davulu dengine sokan insanın bakış açısıdır’’

            Yargılansa da, horlansa da aşk hep var olup gelmiştir. Aşk bazen nedensizdir, körü körüne tapmaktır.         

            Aşk bu coğrafya da yasak sayıldı, sevmelerin adı: sürgün ve ölümdü.

Aşk küçümsendi yok sayıldı, dudak büküldü, en namuslu sevmelere. Aşk hep var oldu bu coğrafya da. Aşk insanlık tarihi kadar yaşlı ve insanoğlunun vazgeçilmezi olmaya devam ediyor.

         Bu coğrafya da sevmelerin (S) harfleri bazen kör bir bıçakla, bazen bir harman tırpanıyla biçilse ve sevmelerin (S) harfleri bazen yağlı imlik olup canı alsa bedenden, bazen Fırat’ın azgın sularında balıklara yem edilse ve bazen tabancaya sürülmüş bir mermide olsa, yani sevmelerin (S) si aşkların (A) sı kızıl kanlara boyansa da, aşk inadına yaşandı Mezopotamya topraklarında.

   Töreler kıskancında yaşanan sevdaların adı bazen papatya olur, gül olur. İşte böyle bir sevdayı, aşkı anlatan ve çok sevdiğim bir arkadaşımın tarafından bana gönderilen bu yazının virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşmak istiyorum.

Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya. Ve papatya âşık olmuş, yanmış tutmuş aksakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin… Buz gibi suyunu sadece ona dökmesini istiyormuş... Sadece ona değsin makası, Sadece ona değsin dudakları… Kıskanıyormuş bahçıvanı, kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden, zambaklardan…

Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, bembeyaz yapraklarını. Bir gün aşkı öyle büyümüş ki, papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş. Eğilivermiş boynu. Toprağa bakıyormuş artık. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş, ayaklarını görüyormuş. Buna da şükür diyormuş. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.

 Zaman akıp gidiyormuş. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. Ne var sanki boynumu kaldırsa bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş. Ve işte bir gün; bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış. İncecik bedenini ellerinin arasına almış. Elindeki sopayı, köklerinin yanına toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlıyı vermiş sopaya. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı. Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş. Uzun bir müddet sonra, bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye. Gelen giden yokmuş. Kahrından ölecekmiş papatya, ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış. Derin bir oh çekmiş. Çılgınca sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş, başka biriymiş. Adamın elinde bir de makas varmış. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarı doğru. Ne güzel açmışsın sen öyle demiş. Bu gencecik yakışıklı bir delikanlıymış. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış. Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini, o ak saçlı aksakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış. Bir de o gencecik, o delikanlıyı düşünmüş, ve o an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O her şeye rağmen papatyaya emek vermiş. Ona hiçbir zaman güzel olduğunu söylememiş ama aslında onu hep sevmiş. Papatya anlamış artık, sevgi emek istermiş.

       Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini, teşekkür etmiş ona içinden. Son yaprağı da kuruduğunda, biliyormuş artık.

       Aşk yok sayılsa da küçümsense de ay ve güneş dünyayı aydınlattığı sürece aşk hep var olacak bu coğrafya da. İhanetlere, yalanlara rağmen yaşayacak yüreklerde.

        Kimine göre aşk papatya hikâyesinde verilen emek mesajıdır, kimine göre aşk beş dakikalık şehvet ateşinde yanmaktır. Bunun içindir ki herkes kendisi kadar sever.

        Yüreğinizdeki aşkı ve sevgiyi yaşamanız dileğiyle…