Yüzyıllar önce, yoksul bir ana-oğul yaşamakta. Oğul, Kasarcı Çayı'nda kasarcılık yaparak geçimini sağlarken, bir gün bir dervişin yardım teklifini kabul etti. Derviş, delikanlıyı tekkesine alarak eğitti. Genç delikanlı, Karakoyunlu Beyi’nin kızına aşık oldu.
Derviş, beyden kızı istemek için saraya gider ve bey, kırk gün içinde istenen hediyeleri getirmesini şart koşar. Dervişin maddi durumu yetersizken, delikanlı, kırkıncı günün sonunda altınlarla dolu katırlarla hediyeleri tamamlar ve bey kızı verir.
Düğün sonrası, delikanlı derviş için dua etmeyi unutur. Ertesi sabah, kendini eski yaşamında, Kasarcı Çayı kıyısında bulur. Yeni gelin ise kocasını arar ancak bulamaz. Bir süre sonra, delikanlının oğlu dünyaya gelir ve büyüdüğünde babasını aramak için yola çıkar.
Oğul, Urfa’ya geldiğinde, taşan dere nedeniyle kentin büyük zarar gördüğünü görür. Bey, hendek kazdırarak bu felaketi engellemeye çalışır ve delikanlının oğlu da bu çalışmalara katılır. Çocuk, babasının kucağında susar ve bu bey kızının eski eşini tanımasına vesile olur. Yeniden bir araya gelen çift, mutlu bir yaşam sürer.
Dere yatağının değiştirilmesiyle sel baskınları sona ererken, yeni bir köprü inşa edilir. Bey kızı, köprünün altına değerli taşlar gömdürür. Zamanla dere, Karakoyun Deresi olarak anılmaya başlarken, köprü de Hızmalı Köprüsü olarak bilinir. Delikanlı ve bey kızı, mutlu bir hayat sürdükten sonra Karakoyun Deresi kıyısına gömülür. Bu efsanevi hikaye halk arasında anlatılmaya devam ediliyor.