Eminiz, güneşin olduğu yerde karanlık; karanlığın olduğu yerde güneş olmaz. Ve emin olduğumuz bir şey daha var ; güneşin 'doğ!

Eminiz, güneşin olduğu yerde karanlık; karanlığın olduğu yerde güneş olmaz.

Ve emin olduğumuz bir şey daha var ; güneşin “doğ!" emriyle dünyamızı aydınlatması ve "bat!" emriyle dünyamızı karartması Cenab-ı Allah'ın ye'd-i kudretindedir.

Güneş, ışığı ve ısısıyla sadece canlılara yaşanabilecek bir dünya vermiyor. Aynı zamanda insanın fikrine, düşüncesine, maneviyatına da ilham kaynağı olmuş ve oluyor. Doğan güneş hiçbir coğrafyaya haksızlık etmeksizin ışığını yolluyor. Her bir papatya yaprağı, her bir su katresi, her bir kedi yavrusu, her bir bebek, her bir dimağ, göz, kalp ve fikir bu ışıktan hakkını alıyor.Peki ama nasıl oluyor da buna rağmen dünya ve özellikle yaşadığımız BÖLGE zifiri karanlık bir vaziyette?Üstelik, güneşin doğudan doğması yani ilk olarak bizim misafirimiz olup bizi aydınlattığı gerçeği varken bu karanlık , bu kadar adilce ışığını yayan güneşin suçu mu? Elbette hayır.

Görünen o ki: güneş var ama insanların gözü yaşlı, hava açık ama insanların yüreği sisli,ışık var ama duygusal bağlarımız yok!

Ve bizler, 21.yüzyıla girdik ama Müslüman gençler kaybettiği on dört asır evvelki heyecanı, aşkı, şevki, samimiyeti ve en önemlisi iman şuurunu hala bulamadı.

Elbette şuur sahibi Müslümanlar kendini bunları düşünmekten alıkoyamıyor. Ot gibi yaşayan günlük insanlar haline geldik. Ekmek parası kazan, akşam eve gel, televizyondaki bin bir fuhşiyat ile ailecek yemek ye,yat ve sabah aynı rutin harfiyen devam etsin.Bu şuursuzlukta biz gençlerin payı elbette var.

Öyle tahmin ediyorum ki Müslüman gençler olarak vazifemizi tam olarak yerine getiremedik. Ma'rufu/iyiliği en güzel şekilde yaşamak ve yaşatmak idealini idrak edemedik.

Biz gençler olarak nurun aydınlığını, baharın güzelliğini, insanın mahiyetini tam olarak öğrenmedik, öğretmedik; yaşamadık, yaşatmadık. Bununla beraber sadece eleştiren, tüketen gençlerden olduk. Üretmemek alternatif sunmamak kronik rahatsızlığımız oldu. Oysa biz; ya ben İstanbul’u alacağım ya İstanbul beni diyen Fatih'in, KUDÜS 'ü fethetmeden gülmeyeceğim diyen selahaddin'in, KUR'AN'nın Sönmez ve söndürülmez bir NUR olduğunu dünyaya Ispat edeceğim diyen Bediüzzaman'ın geçtiği topraklarda yetişen gençlerdik.

Ey Genç! KARANLIKTAN AYDINLIĞI GEÇMEK için savunduğun değerleri önce öğren, idrak et ve kendin yaşa. Örnek ol ki sözünden ziyade halin tesirli olsun. Yaşamadan savunduğun değerler zamanla kuru demagojik bir ideolojiye dönüşür. Oysa İslamiyet, Hakkaniyet ve İnsaniyet kuru bir ideoloji değil; bir hayat nizamıdır.

Artık öyle sanıyorum ki 2T kuralını uygulamamız icap ediyor:

1 ) Teşhis etmek

2 ) Tedavi etmek

Teşhis için bilgi ve şuur; tedavi için ise azim ve sebat gerek. Eğer gençler olarak 2T’yi hakkıyla idrak edip uygulayabilirsek tüketen yerine üreten, sadece eleştiren yerine inşa eden bir gençlik ve toplum hayal değil. Bunu sağladığımız takdirde cehalet içinde bocalayan bir gençlik yerine merak edip okuyan, olduğu gibi kabul etmek yerine müspet bir şekilde hesap soran ve geleceğe yön vermeye başlayan bu gençlik, maziye gidip tarihini öğrenecek; buradan aldığı dinamizmle atide / gelecekte o mükemmel medeniyeti tekrar inşa etmek için şimdiden temellerini atacak.

Unutma genç adam! Yaşamadan savunduğun hiçbir şey ne sana ne de davana fayda verir.

ÖĞREN, YAŞA, ÖĞRET, YAŞAT...