Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Hindistan’da maymun avlamak için, ağzı dar, ama altı geniş büyük bir kavanozun içine muz koyup onu ağaca asarlar. Ucuna da bir çıngırak bağlarlar. Kavanozun ağzı, sadece bir el girebilecek genişliktedir. Maymun gelir, elini kavanoza sokar, ama muzu tuttuğu zaman yumruk hâlini alan eli kavanozdan çıkmaz. Tamahından, muzu da bırakmaz. Muzla beraber elini kavanozdan çıkarmaya uğraşırken çıngırak çalar ve yakalanır. Hâfız-ı Şirazî hazretleri bunu anlattıktan sonra buyuruyor ki:
(İşte avucunu açmayanın eli kavanozun içinde kalır. Bırakmak istemeyen herkesin akıbeti budur. Onun için elini açarsan kavanozdan çıkarır ve kurtulursun. Yumruk yapan daima kaybeder. Açan kurtulur. Tamah edip de yumruğunu sıkan, tuzağa düşer. Ama tamahı bırakıp da, zekâtını, sadakasını veren, yani arada bir avucunu açan, yine çıkabilir. Avucunu hiç açmayanın akıbeti ise çok kötü olabilir.)
Büyük bir zata, (Efendim, bu nimete nasıl kavuştunuz?) diye sorulunca der ki:
(Bir sokaktan geçerken, bir ustanın, çırağıyla duvar ördüğünü gördüm. Usta boş elini uzatıyor, çırak tuğlayı eline veriyor, usta dönüp duvarı yükseltiyordu. Elini boşaltıp uzatmadıkça, çırak başka tuğla vermiyordu. Baktım, eli boşalıyor, sonra doluyor. Elinde tuğla varken, yenisi gelmiyor. İyice düşününce anladım ki, boşun dolması için yani almak için vermek lazımmış. Ondan sonra elimde avucumda ne varsa, fakir Müslümanlara, din için yapılan hizmetlere verdim. Ben verdikçe yenileri geldi. Hep böyle devam etti. Allahü teâlânın sevgisine, rızasına ve içinde bulunduğum nimetlere, işte böyle kavuştum.)