Teknoloji ilerledikçe insanların manevi olarak açlığı artış göstermekte, bir boşlukta sürünmekte ve doyum noktasına ulaşamamaktadır. Bu durumdan çok şikayetçi olmamıza rağmen süreci değiştirmek adına hiçbir çaba göstermemekle birlikte var gücümüzle destek vermeye devam etmekteyiz.
Yaşadığımız apartmanların beton yığınlarının içerisine yarı açık cezaevi misali bir nevi mahkûm gibiyiz. Kapitalist sistemin kurduğu düzenin içerisinde daha çok ürüne sahip olmak için çok çalışmaktayız ya da günümüz şartlarında kazandığımız para yaşamımızı idame ettirebileceğimiz kadarına yetmediği için daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz. Yaşarken ayakta kalma mücadelesiyle çevremizdeki güzellikleri fark edemiyoruz, etrafımızdaki insanlarla iletişimi kesip paylaşımı azaltıp, birlikte yaşamayı, inanmayı, güvenmeyi hatta sevmeyi unutabiliyoruz.
Biz Eskiden Daha Mutluyduk!
Komşularımızla samimi güvenilir bir ortam içerisinde yaşarken maddi-manevi birbirimize destek olurduk. Bir esnafın işi ters gittiğinde borç dahi verilerek destek olmaya çalışılır işletmesi batmasın diye elimizden geleni yapardık. Şimdilerde işleri ters giden işletmenin başında adeta akbaba gibi bekleyip “biraz daha batsın devralalım” diye iç geçirip sinsice planlar yapıyoruz. Dayanışma vardı mahallemizde, selamlaşmadığımız komşumuz yoktu. Yeni bir komşu taşındığında kimi yerleşmesine yardım eder kimi bir tabak yemek bir demlik çayla destek verip ailenin küçük çocuğu ayakaltında perişan olmasın diye çocuğu evlerine alır bakarlardı. Düğün, asker uğurlama, badana-boya, konserve, turşu döneminde imece usulü herkes birbirine yardım ederdi. Annemiz müsait olmadığında okulda veli toplantımıza bile komşu teyzemiz gelirdi.
Çocuklar kız-erkek ayrımı olmadan mahallede kardeşçe oyunlar oynar birimizin annesinin pişirdiği kek hepimize dağıtılırdı. Memlekette olan cenaze, düğün vs. okul dönemine denk geldiğinde ailemiz bizleri komşuya bırakır giderdi. Sabah uyandığımızda evin babası çocukların harçlıklarını verip başlarını okşayarak okula gönderdiğinde bizleri ayırt etmezdi. Şimdilerde ki gibi acaba çocuğum tacize uğrar mı? Başına kötü bir şey gelir mi? korkusu düşüncelerde dahi yoktu. Komşu kendi çocuklarını kanatları altına alırken bizleri de kucaklamaktan geri kalmazdı. Evlerin kapıları sıkı sıkı kilitlenmezdi, öyle kasa anahtarı İngiliz anahtarı çelik kapı gibi şeyler yoktu hayatımızda.
Bir aile içerisinde huzursuzluk yaşansa aile içi tartışma şiddete hatta faciaya dönmeden komşular aileye destek olur barıştırır uzlaştırır tatlıya bağlarlardı. Sabah ekmeği alınırken komşunun ekmeği var mı diye sorulur, akşam ekmeği alınırken kapı önü muhabbetler yapılırdı ekmeğin ucu yenir kalan yarısı çocuklara dağıtılırdı.
Eskiden Daha Mutluyduk Biz!
Gündüz her şeyi birbirleriyle paylaşan annelerimiz hiç görüşmemiş gibi akşam babalarımızla misafirliğe giderlerdi. Biz çocuklar soba başında ödevlerimizi yaparken ailelerimiz keyifli sohbetin doruğuna çıkardı. Eğitim, siyaset, tarih, coğrafya konuşulur tartışılırdı. Bilgili kültürlüydü babalarımız boş laflara ayıracak zamanları olmadığı gibi kimsenin karısına kızına yan gözle bakmazlardı. En büyük psikoloğumuz mahallemizin büyüğüydü. Tüm sıkıntılar ona anlatılır yol göstermesi çözüm üretmesi beklenilirdi.
Ahde vefa vardı bizim mahallemizde. Yapılan iyilikler asla unutulmazdı. Yemek paylaşımı görgüsüzce sosyal medyadan değil bir tabak eşliğinde komşudan bizzat gelirdi bizlere.
Ne oldu da bu kadar kötü, duyarsız olduk. Kapattık kendimizi kapıldık yaşamın seline. Belki de büyük şehirler, geçim sıkıntısı, özenti, birazcık sonradan görmeliğimiz aldı götürdü değerlerimizi. Aile içi iletişim koparken komşular tanınmazdan gelindi, mahallemizin küçük esnafının yolu unutuldu. Sabah işe gidip akşam dönerken mahallelimizi, komşumuzu tanımaz olduk. Mahallenin kedisi köpeğiyle birlikte doğamızın yok oluşunu görmezden geldik. Ne etrafımızda gelincikler papatyalar kaldı ne de yüreğimizde sevgiler. Çınarlarımız devrildi birer birer…
Ne komşumuz kaldı ne de muhtaç olduğumuz komşumuzun külleri, savruldu gitti…