ŞİİR Mİ? EKMEK Mİ?

Bir zamanlar, bu kentin taş zeminli sokaklarında yaşanan gizli sevdaların ayak seslerinden tanırdı sevenler birbirlerini.

Abone Ol

Bir zamanlar, bu kentin taş zeminli sokaklarında yaşanan gizli sevdaların ayak seslerinden tanırdı sevenler birbirlerini.

     Yumurta topuklu ayakkabının sesi kapı arkasında durup sevdiğinin yolunu gözleyen genç kızın kalp seslerine karışırdı yârin ayak sesleri.

      Bir işaret ıslığı bülbülün sesini andırırdı yarı görmeye gelen sevgili için, Kapı aralığında gözlerle öpüşmeyi öğrenmişti bu kentin âşıkları.

       Dillere düşmeyelim diye gecenin karanlığında ıslık sesleriyle aralanırdı kapılar ve yağmurda ıslanmış yârin saçlarındaydı sevenlerin gözleri.

        Ayıp ve günah sayılırdı en masum sevmeler. O zamanlar ne cep telefonuyla mesajlaşma ne parklar nede kâffeler vardı. Sevenler ancak mahalle düğünlerinde, ya da bayramlarda mahalle aralarında kurulan leyli beşiklerde görürlerdi.

      Tarihi yoktu sevmelerin hep gönüldendi.

      Bugün ki gibi; Tanışma, Nişanlılık, Doğum günü, Sevgililer günü gibi, günlerinin hiç biri yaşanmadığı için hediyelerin kavgası da olmazdı.

       Sevgiliye en güzel hediye, ya bir saç tokasıydı, ya da çevresi alın teri ve göz nuruyla işlenmiş bir mendildi.

         Aşklara tarih konulmazdı. Adam gibi yaşanırdı sevdalar tarihsiz, günlük değil ölünce son bulurdu aşklar. Elbet her sevdanın bir bedeli vardı, bu bedel para, pul değil, acılarla, hasretlikler içinde, yıllarca kavuşamamayla ödenirdi bedeller. Yani şimdiki gibi; Pazardan pazara değil, mezara kadar yaşanırdı aşklar. Son bulurdu Sevmeler musalla taşında.

          Değişiyor zaman, değişen zaman insanı ve alışkanlıklarını, yaşamlarını kısaca Şehir ve köylerini de değiştiriyor günümüzde.

          Aşklar değişiyor, aşklar için yazılan şiirlerin defterleri bile değişiyor. Eskiden en çok okul defterlerine yazılırdı şiirler, sevenler kendi has duygularını yazarlardı okul defterlerine, bazen de bir kâse kâğıdına bile yazılırdı. Yazılan kâğıdın hiç önemi yoktu önemli olan sevgiliye hitaben yazılan duygulardı.

          Şimdiki gibi; google’den çalıntı değildi sevgiliye söylenen sözler, iletilen mesajlar çalıntı değildi hiçbir aşk şiiri. Şiir yazanlar, ya delicesine yaşardı aşkları, ya da delice yaşanan aşkların tanığıydılar. (ama kalmadılar) İnsanlar emeğin ve kelimenin hırsızı değildi. Şimdiki gibi bir okunuşta delete olmuyordu şiirler ve güzel sözler, ayrılıklar yaşansa da yakılırdı şiirler, mektuplar ateş olup toprağa karışırdı külleri.

            Zaten sevdaların en güzel gıdası yalansız duygular, alın teri ve emek değimli?

          Yazımda da belirttiğim gibi, değişen zaman, alışkanlıklarımızı, gelenek, göreneklerimizi, dünyaya bakış açımızı da değiştirdi.

           Daha önce kızını, oğlunu evlendirmek isteyen aileler kişilerin karakterine, aile yapısına bakıp kararını verirken, şimdilerde ya maaş bordosuna, ya da cebindeki şişkinliğe bakarak daha çok tercih yapıyorlar.

   Yani aşk tatlılığı Ferhat ile Şirin’in sevdaları mazinin gizemliğinde kaldı. Günümüzde  seven, sevdiği için bırakın dağları delmeyi, üç kilo metre yol yürümeyi göze alamıyorlar!..              Dün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk, Konumuz ise aşk ve sevgiydi.

          Arkadaşım eşi için çok güzel şiirler yazmış. Ben şiirlerini okudum, her mısrası yalansız ve en önemlisi hiçbir yerden sözcükleri çalınmamış. Arkadaşım bir gece, tüm işlerini ertelemiş mum ışığında romantik bir havada şiirleri hanımına okumaya çalışmış. Okunan şiirin en Duygusal yerinede hanımı şöyle demiş” Herif bunlardan bir şey anlamıyorum. Üç haftadır bacımı yemeğe çağıracağım, sen eve bir şey getirmedin?’’

            Arkadaşıma üzülmemesini söyleyerek kendisini teselli etmeye çalıştım.

  Zaman değişiyor, değişen zaman giderek duygularımızı da öldürüyor.

     Duyguların ölmemesi ve her insanın şiir tadında bir yaşam sürmesi dileğiyle…