24 Temmuz Basın bayramı dolayısıyla birçok arkadaştan, dosttan tebrikler alıyorum. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Bu gün ne yazabilirim diye kafamı kurcalarken, on yıl önce yazdığım bir yazım, düştü aklıma.
24 Temmuzun basın bayramı olarak kutlanmasında ki en büyük engel basının üzerinden sansürün kaldırılışıdır.
Ne yazabilirdik ki..? 24 yılıdır gazetecilik yapıyorum, ben ve diğer arkadaşlarımın yaşadığı sıkıntılar devam ediyor. Yani Sivereklilerin deyimiyle basın” eski tas eski hamam” Bende on yıl önce yazdığım bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Sevgili dostlar; Basın ve sansür tarih boyunca iç içe yaşayan ve günümüze kadar iki ayrılmaz parça haline gelmiş. Aslında sansürle basının yan yana olmaması gerekir. Avrupalı komşularından yüz yıl sonra matbaanın kuruluşuna izin veren bir iktidar anlayışı dikkate alındığında, bizim gibi toplumlarda, basın üzerinde ki baskı ve sansür, sadece iktidarlarla sınırlı kalmayıp parasal ve aşiretsel gücü elinde bulunduranlar günümüzde, kendi sansürlerini sürdürüyorlar.
Günümüzde Dünyanın birçok ülkesinde yüzlerce Gazeteci ağır cezalarla yargılanıyor. Gerek ulusal gerekse yerel alanda çalışan gazeteciler her gün saldırıya uğruyor, deyim yerinde ise sopası olan sansür abası giyip gazetecilere aba altında sopa göstermeye devam ediyor.
Dünyada birçok ülke ve o ülkelerin kentlerinde olduğu gibi Siverek’te basının durumu bana göre ülke genelinden farklı yorumlamamakla birlikte, geleneksel yapıdan dolayı, farklı sansürleme veya gazetecinin kendi kendisini sansürleme durumu vardır.
Siverek’te gazeteci olmak bir yerde ateşten gömlek giymektir. Aşiret ve akraba ilişkilerinin hakim olduğu bir toplumda; bırakın gazeteciliği, sıradan devlet memurluğunu yapmak bile zordur.
Siverek’te gazetecilere yapılan baskıları sansürleri bir bir anlatmaya çalışsam buna, ne köşem yeter nede zamanım.
Fakat şunu belirtmek isterim ki, her alanda baskı yaşıyoruz. Aslında insanlar ve kurumlar basına sansür uygulayarak, bir yerde bindikleri dalı kestiklerinin farkında değiller.
24 Temmuz 1908. Türk basınından sansürün kaldırılması ve basın bayramında Siverek ilçesine bağlı bir köyde yaşadığımız sansür ve baskı olayını sizlerle paylaşmadan önce Türkiye’de 102 yıl önce kaldırıldığı sanılan sansürün, halen zehirli bir yılan gibi nasıl gazetecileri zehirlemeye çalıştığına dikkat çekmek için, önce basın bayramı ilan edilen 24 Temmuz 1908’de sansürün kaldırışı ve basın bayramını ilanı ile ilgili birkaç cümle aktardıktan sonra, kaderin bir cilvesi olacak ki 24 Temmuz 2010 yılında Siverek’in bir köyünde yaşadığım nezaketsizliği sizlerle paylaşmak istiyorum.
(1908’in yaz ayları 2. Abdülhamit için zor geçiyordu.. Selanik’ten yayılan İttihatçı isyanını ne Şemsi Paşa bastırabilmişti ne Müşir Osman Paşa. Binbaşı Enver Bey ve adamları dağlardaydı..
Ayaklanmanın 40. gününde Abdülhamit geri adım attı.. Bir başka açıdan da ileriye doğru atılmış bir adımdı bu: 24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edildi.
Osmanlı Matbuat Cemiyeti adıyla örgütlenmiş gazetecilerin büyük bölümü meşrutiyeti sevinçle karşıladılar. Sansürün karşısına dikilebileceklerdi artık. 1876’dan kalma sansür kararnamesini uygulatmayacaklardı. Yani sansür memurları yayından önce gazeteleri kontrol edemeyecekti..
Meşrutiyetin ilan edildiği günün gecesinde İKdam gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah Gazetesi sahibi Mihran Efendiler, gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını aynı sözlerle geri çevirdiler: gazeteler hürdür, sansür yasaktır.
25 Temmuz 1908 sabahı dağıtılan gazeteler farklıydı artık. Uzun yılların ardından ilk kez sansür memurlarının değil gazetecilerin tercihlerine göre basılmışlardı. Özgürce yayımlanan gazetelere halkın ilgisi de büyük oldu. Bazı gazeteler satışlarını 2 binlerden 5 binler düzeyine çıkardı. Fiyatı 10 kuruş olan İKdam karaborsada yarım liraya kadar alıcı bulabildi. Bir ay içinde 200 yeni gazete için yayın hakkı alındı.
24 Temmuz bir anlamda gerçek gazeteciliğin patlama yaptığı gündü. Bu nedenle 24 Temmuz Cumhuriyet Dönemi’nde Türk basınından sansürün kaldırılması ve basın bayramı olarak ilan edildi. Daha sonra kutlamalar “geleneksel gazeteciler günü” adı altında yapılmaya başlandı.
Türkiye’deki basın kuruluşları zaman zaman 24 Temmuz 1908 öncesini hatırlatan dönemlerden geçtiler ama 24 Temmuz simge olarak önemini hiç kaybetmedi)
Gerçekten de önemini kaybetmedi, önemi halen sansürün uygulanmasıdır. Yazımında başında da belirtim. Siverek’te gerçek manada gazetecilik yapmak zordur. Bu zorluğu 24 Temmuz, basın bayramı günü yaşadığım bir olayı anlatarak baskı ve sansür takdirini sizlere bırakıyorum.
(Köyün adı ve şahısların isimleri bende saklı)
Yer ve şahısların isimlerini acıda olsa sansürlemek zorunda kalarak sizlere olayı anlatacağım.
Yer Siverek’e bağlı bir köy. Şahıslar hepimizin tanıyabileceği ve bölgede zengini, ağası çok olan bir aşiret.
Bu aşiret üyeleri beş yıl önce bir kişini ölümüyle sonuçlanan kan davasının barışı için bir araya gelmişler. Konu kan davasının barışı olunca, bizimde dikkatimizi çekti. Gazeteci arkadaşım Mehmet Sezgin ile köye gittik.
Aşiret üyeleri, aşiretin illeri geleninin bahçesinde toplanmışlar. Bahçede kadınlar sevinçle barış yemeğini hazırlıyorlar. Çekimleri yapmadan nezaketen bir aşiret üyesinden izin alıyorum. Aşiret üyesi’’çekimlerde hiçbir sakınca olmayacağını, bilakis böyle güzel bir olayın basında yer almasından memnunluk duyacaklarını’’ belirtince işe koyulduk. Ben fotoğraf çekimlerini yaparken yanıma bir genç yaklaşıp, benimle konuşmak istedi. Biraz öteye gidince genç adam(Burada çekim yapmayın, çekim yapmanız bazı sakıncalara yol aça bilir) dedi. Gence bu olayın bir barış olayı olduğunu Allah her kese barışı nasip etmesini, bundan bir sakınca olmadığını, zararın kendilerine gelmeyeceğini anlatmaya çalıştım. Biz gençle konuşurken hışımla yanımıza yaklaşan bir adam, sanki kavgaya hazır bir ses tonuyla’’ ver o flaşı bana, ver diyorum sana flaşı’’Adam o kadar sinirlenmişti ki kasetle flaşı karıştırıyordu. Adam şiddetle çektiğim kaseti istiyordu. Kasette bir şeyin olmadığını, istemiyorlarsa çekim yapmayacağımızı, hiddetlenmesine gerek olmadığını anlatmaya çalıştımsa da, bu kendisinin kibar ve kültürlü lanse eden aşiret üyesi benimle kavgaya hazır olduğunu hal ve davranışlarıyla belli ediyordu. Bir ara bende kavgaya niyetlendim kaseti vermektense kavga yapmam en doğru hareket olacaktı. Sonra yapılan barışın yüzünün hürmetine kaseti çıkarıp adama verdim. Adam çok kaba ve terbiye sınırlarını aşan bir davranışta bulunmuştu. Sinirlerim gerginleşti.
Arkadaşlarımı da alarak barışın yapılacağı evden, köyden uzaklaştım. Bize bu baskının yapıldığı köy okumuşları, aydınları çok olan bir köydü. Cahil bir köy olsaydı ne olurdu?
Tam ayrılacağımız sırada barışı yapan, tarafları evinde konuk eden, aşiret lideri bana seslenerek yemeğe kalmamızı istedi. Bize yapılan baskı ve hakarete seyirci kalan, ev sahibinin yemek teklifini ret ederek köyden ayrıldık.
Sevgili okurlar; bu yaşadığım, sadece küçük bir olaydı. Sizlere haber ulaştırmak kamuoyu adına sizleri bilgilendirmek, görev yaptığımız sırada bin bir zorlukla karşılaşıyoruz.
Ben basına baskı yapanlara şunu demek istiyorum. Gazetecilik doktorluk gibidir, hiç beklemediğiniz anda bir gazetecinin yardımına ihtiyaç duyabilirsiniz?
On yıl koca on yıl aradan sonra dönüp bakıyorum: Basın özgürlüğü adına diyeceğim :Eski tas eski hamam..
Sansürsüz ve özgür çalışma günleri umuduyla saygılar sunarım.