BALIKLIGÖL
Balıklıgöl, 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindedir. Derinliği 3-5 metre civarındadır. İçinde efsanelere konu olan sazan türü balıklar bulunmaktadır. Bu balıklara halk tarafından saygı gösterilir ve yenilmez. Rivayete göre Hz. İbrahim ateşe atıldıktan sonra, bir mucize gerçekleşir ve etraf güllük gülistanlık olur. Bu mucizenin gerçekleştiği mekânın Balıklıgöl ve çevresi olduğuna inanılır. Dini bayramlar da ile Mevlit ve Kandil gecelerinde en yüksek ziyaretçi sayısına ulaşır.
Balıklıgöl Platosu'nda Hz. İbrahim'in doğduğu mağara da bulunmaktadır. Üç semavi dinin atası olarak kabul edilen Hz.İbrahim'in doğduğu mağaranın ziyaretçisi de çok fazladır. Her dinden her ülkeden ve her şehirden yılın her mevsiminde bu mağaraya ziyaret vardır. Hz.İbrahim'in doğduğu mağaranın hemen yanında yaşadığı dönemin din âlimi olan Beddiüzaman Said Nursi'nin vefat ettikten sonra ilk defnedildiği mezarı da bulunmaktadır.
Balıklıgöl Şanlıurfa turizminin çekim alanıdır. Halil-ür Rahman Gölü'nün hemen güneyinde, Urfa Kalesi'nin önünde yer almakta olup, 150 metrekare alanı bulunan bir göldür. Rivayete göre; Hz İbrahim ateşe atıldıktan sonra, Nemrut'un kızı Zeliha da Hz. İbrahim'i çok sevdiğinden ve ona inandığından ateşe atılmasına dayanamaz, o da kendisini ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yer de bir göle dönüşür.
BAZDA MAĞARALARI
Bazda Mağaraları, Harran-Han el-Ba'rur yolunun 15. km. sinden itibaren yolun her iki tarafında tarihi taş ocakları bulunmaktadır. Bazda mağaraları 19.km.de yolun sağındadır. "Bazda", "Albazdu", "Elbazde" veya "Bozdağ Mağaraları" adıyla bilinir ve tanınır. Bölgenin en önemli ve en güzel görüntüye sahip taş ocağıdır. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephelerinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar meydana gelmiştir.
Kayalara yazılmış Arapça kitabelerden, bu taş ocağının 13. yüzyılda "Abdurrahman el-Hakkâri", "Muhammet İbn-i Bakır", "Muhammed el-'Uzzar" gibi şahıslar tarafından işletildiği anlaşılmaktadır. Çevredeki Harran, Şuayp şehri ve Han el-Ba'rur yapıları için yüzlerce yıl taş alınması neticesinde her iki mağarada da çok sayıda meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan özellikle büyük olanı yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye varan ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluşturulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır.
HALFETİ
M.Ö.855 yılında Asur kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlılar bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal’a Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların eline geçtikten sonra Kal’at-ül Rum adı takılmıştır. II. yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla adını almıştır.
1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler tarafından tamir edilen şehre Kal’at-ül Müslimin adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir, zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir.
Halfeti ilçesinin il merkezine uzaklığı 120 Km’dir. Yukarı Göklü adlı bir kasabası 35 köyü ve 34 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre ilçenin nüfusu 33 bin 467′ dir. ( İlçe nüfusu 2 bin 608, Köy nüfusu 30 bin 859 ) Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları altında kaldığından ilçenin yeni yerleşim alanı olarak Karaotlak bölgesi tesbit edilip ilçe yeniden inşa edildi, Konutlar sahiplerine teslim edildi.
Şu anda , eskihalfeti denen , bir kısmı sular altında kalmış bölge , yavaş yavaş turistik bir bölgeye dönüşüyor.
Halfeti’nin eski bir tarihe sahip olduğu bilinmekle birlikte Romalılar öncesine ait bilgiler yetersizdir. Ancak yakınındaki yerleşim yerleri ile aynı tarihe sahip olduğu sanılmaktadır.
Buna göre yöre, MÖ.2000’lerde Hititlerin ve Asurluların hakimiyetine giren yöre MÖ.612’de Babillerin sınırları içerisinde kalmıştır. Daha sonra Medler ve Persler yöreye egemen olmuş, Büyük İskender’in MÖ.332’de Anadolu’daki Pers hakimiyetine son vermesinden sonra Urfa yöresi ile birlikte Birecik de Makedonya Krallığının egemenliği altına girmiştir. Büyük İskender’in ölümünden sonra Seleukoslar yöreye hakim olmuş, bunu Osrhoene Krallığı izlemiştir.
Halfeti’nin bilinen ilk tarihi Romalılar tarafından Ekamia adı ile kurulduğudur. Roma’nın 395’te ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kalmış, Bizanslılar ile Sasaniler arasında sık sık el değiştirmiştir. Bizanslılar döneminde Romaion Koyla adı ile anılmıştır. Yöre MS.640 yılında Arap istilasına uğramış, 661 yılında Emevilerin, 750’de Abbasilerin hakimiyeti altına girmiştir.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklular buraya kadar uzanmıştır (1087). Daha sonra Eyyubiler ve Selçuklular arasında zaman zaman el değiştirmiştir. Moğol istilasına uğrayan yöre, 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu Halfeti’yi kuşatmış, ele geçirememiş ancak yağmalamıştır. 1290 yılında Eşref komutasındaki Mısır ordusu Halfeti’yi yeniden ele geçirmiş ve Kal’at-ül Müslimin adını verilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi (1517) sırasında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
ŞANLIURFA ARKEOLOJİ MÜZESİ
Geniş bir alana yayılan modern binasına 2015 yılında taşınan Şanlıurfa Müzesi, 1965'dan beri hizmet veriyor. Zengin bir geçmişi olan Şanlıurfa ve çevresinden çıkan eserleri sergileyen müze "neolitik dönem” açısından uluslararası öneme sahip. Müzenin bir başka çok önemli özelliği de Dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe'ye ait eserleri bulundurması. Tarihi açıdan büyük değer taşıyan pek çok yerleşim bölgesi, höyük ve ören yeriyle çevrili Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, coğrafyasının hakkını sonuna kadar veriyor. Adını aldığı ovada M.Ö. üç binden M.S. 15. yüzyıla dek kesintisiz iskân edilen ve kendine özgü sivil mimarisiyle ilgi toplayan Harran ve çevresinden çıkarılanlar müzenin belkemiğini oluşturuyor. Atatürk Barajı, Birecik Barajı ve Kargamış Barajı göl aynası altında kalan yerleşimlerde yapılan kurtarma kazıları buluntuları da ziyaretçisini bekliyor.
GÖBEKLİTEPE
Yerleşim yeri olarak kullanılmadığı bilinen ve tapınmaya hizmet eden Göbeklitepe, şaşırtıcı anıtsal mimarisiyle 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girdi. Türkiye'de de’’ 2019 Göbeklitepe Yılı” ilan edildi. Henüz küçük bir bölümü çıkarılan Göbeklitepe, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişiyle insanlık tarihini değiştirdi. Dünyanın bilinen en eski ve en büyük tapınma (kült) merkezi sayılan Göbeklitepe ile dinsel inanışın yerleşik yaşama geçişteki etkisi kanıtlandı.
Harran Ovası'na hakim bu tarih öncesi yerleşimin sınırlı bir bölümü kazılsa da, sıra dışı bulguları Neolitik Çağ'la ilgili pek çok bilgiyi altüst etti. Şanlıurfa'nın Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe kazılarını 1995'te Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt başlattı ve 2014'deki ölümüne dek 20 yıl sürdürdü. Göbeklitepe; avcı-toplayıcı yaşamı, tarım ve hayvancılığa geçişi, tapmak mimarisi ve sanatın doğuşunu anlamamıza önemli katkılar sağladı. Varlığını M.Ö. 8 bin dolaylarına kadar sürdürdükten sonra terk edildi. Başka ya da benzer amaçlarla kullanılmadı.
Göbeklitepe'deki en ilgilnç buluntular, boyu 6 metreyi, ağırlığı 40 tonu bulabilen 'T' formlu anıtsal dikilitaşlardır (Steller). Bu gizemli dikilitaşların 10-12 tanesi dairesel planda dizilerek araları taş duvarlar ile örülmüştür. Ortadaki bir çift karşılıklı büyük dikilitaş ile çevresindeki dikilitaşlar yuvarlak ya da oval kapalı mekânlar oluşturur. Kazılar neticesinde bu mekanların altı tanesi ortaya çıkarılmış olsa da jeomanyetik ölçümlerle bu mekanların 20'yi bulduğu biliniyor.
Dikilitaşların çoğunda insan, hayvan ya da soyut semboller var. Taşa işlenen bu en eski rölyeflerin yanı sıra üç boyutlu hayvan kabartmalarına da rastlanıyor. Gövdesinde el, kol ve parmak motifleri bulunan dikilitaşlarsa stilize insan heykelleri olarak yorumlanıyor. Karşılama bölümünden kazı alanına servislerle bir dakikada ulaşılıyor. Girişteki animasyon ve bilgilendirmeler kaçırılmayacak türden. A,B,C ve D olarak bölümlendirilen kazı alanı, yürüyüş gezi güzergahı ile çevrilmiş ve üstü kapatılmıştır.
URFA KALESİ
Urfa Kalesi’nin M.Ö. 10.000 yıllarına ait neolitik bir alan üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanıbaşında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 12.000 yılık Balıklıgöl Heykeli ve Kale alanı, Balıklıgöl havzasının tarihini gözler önüne sermektedir. 6.yy’ye ait kayıtlarda kaleden bahsedilmemektedir. Kale ile ilgi ilk kayıtlar 11.yy’ye aittir. Buna göre kale 6 yy. ile 11. yy arasına tarihlenebilir. Kale ilgili kabul edilen görüş: M.S. 812-814 yıllarıarasında Abbasiler döneminde yapıldığıdır. Kalenin üzerindeki korint başlıklı iki sütun Edessa Karalı 9. MANU döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır. Doğudaki sütun üzerindeki Süryanice kitabede: "Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılıdır. Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma hendek ile çevrilidir. Ayrıca Aynzeliha Tüneli ile kale ile Aynzeliha Gölü arasında geçit sağlanmıştır.
TEKTEK DAĞLARI
Şanlıurfa'nın güneybatısında bulunan Tektek Dağları üzerinde 19.335 hektarlık bir alanı kapsamaktadır. Şuayıp Şehri Harabeleri, Soğmatar Harabeleri, Senem Mağarası alandaki önemli arkeolojik kalıntılardır.
HARRAN
Şanlıurfa merkeze 48 km. mesafede olan ilçenin adı, etimolojik yapısı itibariyle eski uygarlıklarda “yolların kavuştuğu yer”, “kavşak” anlamına gelmektedir. Önasya dili olan Akatça’daki “Harranu” sözcüğüyle “Seyahat ve Kervan” anlamına gelir. Sosyolojik ve tarihsel düşünüldüğünde ise, Medeniyetlerin Doğduğu ve Buluştuğu Kent anlamını içermektedir. Harran’ı sadece ilçe merkezi ile sınırlamadan çevresi ile birlikte hatta ova ile birlikte algılamak, anlamak ve tanımak gerekir. Harran, özellikle Assur Ticaret Kolonileri devrinde Anadolu ile sıkı ticari ilişkiler yürütmüş olan Assurlu tüccarların uğrak yeri olmuştur. Harran şehir surlarının dışında Şeyh Hayati el-Harrani türbesinin kuzeyinde yer alan çevrilmişalandaki tarihi kuyu, Hz.Yakub Kuyusu (Bir-i Yakup) olarak bilinmektedir.