Basın sektöründe yaşanan sıkıntılar aldı başını gidiyor. Bu sıkıntılar her haliyle emekçi kesimine yansıtılarak onlar köle şeklinde geçen hayatlarına bir pranga daha takıyor… Bu emekçilerin neler yaşadığını isterseniz aşağıda...

Basın sektöründe yaşanan sıkıntılar aldı başını gidiyor. Bu sıkıntılar her haliyle emekçi kesimine yansıtılarak onlar köle şeklinde geçen hayatlarına bir pranga daha takıyor…

Bu emekçilerin neler yaşadığını isterseniz aşağıda yazdığım hikâyecikte okuyun… Hikâyecik dediğime bakmayın, o metinde Şanlıurfa’da sömürünün ta kendisi yatıyor…

Bir gazeteci tanıyorum, hatta sizlerde yakından tanırsınız…

Her basın açıklamasında, her toplumsal olayda kısacası her alanda elinde fotoğraf makinesiyle görevini en iyi şekilde icra eden bir gazeteci…

Çalıştığım bir gazeteye gelmişti, bu gazeteci, iletişim fakültesini henüz bitirmiş iş arıyordu, ben de sorumlu kişi olarak patronla konuştum; ‘’Patron, böyle bir arkadaş var, İletişim Fakültesi mezunu çalışkan da birine benziyor, istersen bir görüş”, patron kısa keserek “sen görüş, şartları söyle, kabul ediyorsa çalışsın”…

Ben de bana verilen görevi yerine getirerek gerekenleri söyledim…

İsterseniz biraz da neler söylediğimi yazayım!...

- Bir ay deneme süresi (Bu bir ay dediğimiz daha sonra üç ayı geçti.)

- Bu deneme sürecinde ücret verilmeyecek (Sadece karın tokluğuna)

- Burada her işi yapacaksın (Yani patron ne derse o)

- Denemeden sonra patron memnun kalırsa ücret konuşulacak(Bu ücret de 800 Tl)

- İşe başlama saatleri sabah 08:00 ile 18:00 arası (12 saat karın tokluğuna çalışacak)

- Sigorta yapılmayacak (Denemeden sonra yapılacak)

Şu anda o arkadaşla konuştuğum ve aklımda kalan şartlar bunlar…

Çok acı bir tablo değil mi?

İletişim Fakültesini bitirip gelip bu şartlarda çalışacaksınız… Hali hazırda çalışanlar da daha farklı şartlarda çalışmıyordu; orada asgari ücretle çalışan İletişim Fakültesi insanlar da vardı, hem de 6 – 7 yıllık tecrübeleriyle… (Bu insanları çalıştıran şahsiyet göğsünü kabartarak ‘en çok iletişim fakültesi mezununu ben çalıştırıyorum’ diyordu.)

Velhasıl deneme süresi üç ayı aşınca o genç arkadaşımın içinde isyan alevleri oluşmaya başladı… ve sonunda hakkı olarak görülen o 800 lira ile işe başladı… hem de sigortalı bir iş!…

Gel zaman geç zaman bu arkadaş o maaşıyla sigara bile alamayınca başka kapılar çalmaya başladı. Yüzüne açılan bir kapı ona biraz daha iyi şartlar sunmuştu ancak bu oldukça kısa sürdü. Genç arkadaşım tekrardan sıkıntılar yaşamaya başladı…

Şimdi yine basın sektöründe çalışıyor ve bugün ağzından çıkan tek cümle, ‘’Çıkar yol bulursam (Başka sektörde iş) bir dakika bile Urfa’da gazetecilik yapmam!’’…

Evet hal böyle sayın 25 yıldır gazetecilik oynayan beyefendiler hal böyle…Sizler zengin sofralarda cirit atarken genç elemanlarınız bu haldeler…

Sizin elemanlarınız kafa patlatıp fakülteler bitirip köle gibi size çalışırken sizler onların olması gereken basın toplantılarında bürokratların ve siyasilerin sofralarında boy gösteriyorsunuz… Zaten tek derdiniz de bu ya…

Sizi şimdi gene soracaksınız ‘’Bunları denetleyen kurumlar yok mu?’’ diye…

Var, var ama sadece varlar… Ancak ve ancak yatmaya ve maaş almaya varlar… Ben yazarım onlar okur kafalarını kuma gömerler…

Peygamber Efendimizin: “İşçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz.” buyurduğunu bilmeyen yoktur… İslam Dininde İşçinin Alın terine saygının ne kadar önem verilen bir konu olduğunu da bilen yoktur…

O zaman bu iki şeyi yerine getirmeyenlere ‘hırsız’ demek de yerinde olur…

Sevgi ve saygıyla kalın…