Hey gidi Mezopotamya bak ne idin ne oldun! Derin ve serin suların merkeziydin bak suların kesildi derelerin kurudu... Sevginin ve muhabbetin beşiğiydin bak şimdi her yer hüzün ve göz yaşı.. Sen buradan ışık saçardın, aydınlatırdın dünyayı...
Hey gidi Mezopotamya bak ne idin ne oldun! Derin ve serin suların merkeziydin bak suların kesildi derelerin kurudu...
Sevginin ve muhabbetin beşiğiydin bak şimdi her yer hüzün ve göz yaşı..
Sen buradan ışık saçardın, aydınlatırdın dünyayı bak şimdi etrafa, her yer karanlık ve kederli...
Dosta güven verirdin korkuturdun düşmanı, bak düşmanın çoğalmış, dostların da perişan.
Nerede eski ihtişamın, nerede ışığın, nerede kardeşliğin, muhabbetin, ilmin ve şevkin
Yetmedi mi bu kadar uyku bu kadar ölüm bu kadar gözyaşı ve ayrılık
Daha kaç kişi istiyorsun gelip seni aydınlatmaları için daha kaç tane kitap kaç tane rehber kaç tane fedakâr ve cefakâr insan
Artık yeter! Kalk silkelen kendine gel! Kendini tanı. Aslını bul. Durumunu anla işin mahiyetini öğren.
Artık, kırarak inciterek ötekileştirerek bir yere varamayacağımızı da katiyen bilmemiz gerek. Şu anki durumumuz bunun en açık delilidir zaten.
Çoğu defa her birimiz hakikatin bir kenarından veya bir ucundan tutup sadece benim gittiğim yol doğrudur ya da tek gerçek benim fikrimdir metodumdur deyip hakikatin diğer ucundan tutan ve o yolda gidenleri görmezlikten geliyoruz ve fotoğrafı bir bütün olarak göremiyoruz.
Mevlânâ Hazretleri’nin naklettiği şu hikâye, fotoğrafı bir bütün olarak görmeyenlerin nasıl büyük bir gaflet içerisinde olduklarını göstermesi bakımından ne kadar dikkat çekicidir:
Hintliler, halka göstermek için geceleyin karanlık bir ahıra bir fil koymuşlardı. Fili görmek isteyen pek çok kimse de, hemen gelerek ahıra girdi ve fili seyretmeye çalıştı. Ancak o zifiri karanlıkta kimse bir şey göremediğinden herkes filin bir tarafına elini sürerek onun nasıl bir şey olduğunu anlamak istedi.
Hortumuna dokunanlar:
“‒Fil yuvarlak bir oluğa benziyor!”
Kulağını tutanlar:
“‒Hayır, kalın bir yelpazeye benziyor!”
Ayağına el sürenler:
“‒Yok, yok, acâip bir sütuna benzemektedir!”
Sırtına değenler ise:
“‒Hepiniz de yanılıyorsunuz, o üzerine oturulacak geniş bir taht gibidir!” şeklinde konuştular.
Oysa fil, hiçbirinin dediğinden ibaret değildi. O insanlar, bir türlü akıl edip de: ‒Bırakalım şu tartışmayı da şu file bir de aydınlıkta bakalım! demeyi akıl edemediler. Böylece doğru ve sağlam bir malumata ulaşamadılar.
Sen dünyayı kendi baktığın noktadan görüyor değerlendiriyor ve anlamlandırıyorsun ve sonra da kendi gerçeğin olan bu anlamları tek gerçek kabul ediyorsun
Evet, bazen gerçek bir olur ama doğrular çok olabilir doğru olan her zaman gerçek olanla aynı değildir. Bizler gerçeğin yalnızca kendi zihnimizdeki yansımalarını görür bunu da doğru kabul ederiz başkalarının doğruları ile benim doğrumun aynı olmayabilmesi ihtimali bundandır.
Gerçeğin senin gördüğün şey olmama ihtimalini her zaman hatırla.
Başka fikirlere görüşlere doğrulara açık ol belki onlar gerçek olana daha yakındır.
Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak.
İmana İslam’a insanlığa ve hakikate hizmet eden bireyler, şahıslar, gruplar ve görüşler olarak yitirdiğimiz gerçekleri unuttuğumuz muhabbeti kaybettiğimiz kültürümüzü ve ihtiyacımız olan yüksek ilim seviyesini hep beraber tekrardan yakalamamız icap ediyor.
Bunları yaptığımız anda
Dereler tekrardan akacak
Karanlıklar AYDINLIĞA dönüşecek
Gözyaşı ve hüzün, sevgi ve muhabbete dönüşecek
Dostluk ve kardeşlik artacak.
Düşmanlık ve ayrılıklar son bulacak.