Dünya var olduğundan bu güne savaş, ekonomik-politik nedenler, coğrafik yapılarda yaşanan sosyo-ekonomik ya da çatışmaya dayalı sıkıntılar, siyasilerin ve para babalarının stratejileri ve çıkarları yüzünden insanların mülteci olma ve...

Dünya var olduğundan bu güne savaş, ekonomik-politik nedenler, coğrafik yapılarda yaşanan sosyo-ekonomik ya da çatışmaya dayalı sıkıntılar, siyasilerin ve para babalarının stratejileri ve çıkarları yüzünden insanların mülteci olma ve sığınma talepleri devam etmektedir. Göçler biraz daha isteğe bağlı olup, sığınmalar zorunluluğa dayanmaktadır.

Her sığınmacının, mültecinin, muhacirin ayrı ayrı yürek burkan hikâyeleri vardır; Bu hikâyeler romanlara sığmayacak kadar çoktur. Mülteciler -bölgemim insanının deyimiyle muhacirler- olmak en çok kadınları ağlatıyor, ülkelerinde yıllarca tırnakla kazıp kazandıkları maddi ve manevi birikmişliklerini, en önemlisi sevdiklerini, toprağa kefensiz koyanlardır…

İnsanlar ülkelerindeki ateşten kaçarken, nasıl olumsuzluklar yaşayacaklarını bilmedikleri dinini, dilini, ırkını, mezhebini, gelenek ve göreneklerini bilmediği en yakın ülkeye sığınmaya çalışırlar. Bizler halk olarak yaşanan dramların iç yüzünü bilmeyip, sadece fotoğrafların görünen yüzünü yorumlarız!

Özellikle son zamanlarda, ülkemiz en çok göç alan ve sığınma kabul eden ülke durumuna gelmiştir. Yaşanan süreçte travmaların artış gösterdiği gözlemlenmiş ve belli bir sosyo-ekonomik seviyeye sahip olanlar süreci minimum zararla atlatmıştır. Hatta bazen kendi ülkelerinde yaşadıkları imkan ve şartlardan daha fazlasını ülkemizde yakalamaktadırlar.

Yaşanan bu tür olaylar en çok çocukları ve kadınları etkilemektedir. Bu süreçte çocukların eğitim hayatları zarar görmekte korkuları ve kaygıları artmakta, özgüvenleri kaybolmaktadır. Psikolojileri, deprem sonrası oluşan ruh haline döner. Çocuklar yaşama tutunmak için, güçlü görünmeye çalışan ama içten içe yıkılan annelerine sığınırlar.

Kadınlar aile bütünlüğünü, beraberliğini korumaya çalışırken, hırsını alamayan kirli ruhunu tatmine çalışan düşman tarafından şiddete, tacize ve tecavüze uğramaktadır. Bunlara maruz kalan kadınlar güçlü olup çocuklarını korumaya çalışırken kendi ruh sağlıklarını kaybederler. Esas sorunlar acı, kan, keder, gözyaşlarıyla çileli bir şekilde tamamlanan sığınma sürecinden sonra başlar.

Aile kavramı, özelliğini ve anlamını yitirir. Yaşanan olaylarda, sevdiklerini kaybetmiş ya da arkalarında bırakıp gelen kadın yaşadığı ülkenin dilini konuşamadığı için yaşam çok daha zorlaşır. Kadınlar yeni kültüre uyum sağlamaya çalışırken geçmişten gelen değerlerini, davranış biçimlerini bir kenara koyarak içinde bulunduğu toplumun değerlerini yaşam biçimini kavramaya ve çocuklarına bu doğrultuda yön vermeye çalışır. Dil en önemli sorunlardan biridir. Yeni değerleri, yaşanan kültürel değişimi ailesine ve çocuklarına aktarıp onlara yön verecek kişi yine kadındır.

Yeni hayatlarını kuracakları ülkeye geldikleri zaman içerisinde ya da öncesinde, eşini kaybetmiş kadıların temel kavramları anlamak nasıl giyineceğine karar vermek, nereye nasıl gideceğini bilmek kültür geçişini çocuklarına nasıl bir dille anlatacağını belirlemek ve en önemlisi nerede, nasıl çalışıp çocuklarının ekmeğini kazanacak karnını doyuracak düşüncesiyle kaygıları artıyor ve ruh sağlıkları bozuluyor.

Sığındıkları ülkeye yerleşme döneminde, yaşamsal temel ihtiyaçlarına ulaşabilmek, üç beş kuruş uğruna, cinsel ilişkiye zorlandıkları, baskı altında suça teşvik edildikleri görülmüştür. Belli bir kesimin zaman zaman kolayı seçmek adına gönüllü olarak suça iştirak ettikleri görülmektedir. Toplum tarafından kabul görmeyi beklerken ücretli işlerde düşük maaşlarla çalışıp sigortalarının ödenmemesine razı gelmektedirler. Göçle birlikte yaşamda belirsizlikler başlar. Yokluk, çaresizlik aile içi ve çevresel şiddeti tetikler. Kendi ülkelerinde bu tip durumlarda aile büyükleri devreye girer, destek alır, yaşadıkları maddi ve manevi sorunlara çözüm bulmaya çalışırlar. Yeni hayatlarında ne danışacak aile büyükleri ne de bir hukuk sistemi bilmedikleri için, çaresizlik içerisinde duruma katlanmak zorunda kalırlar. Hukuki haklarını öğrenseler dahi, eve ekmeği getiren eşin uzaklaştırılması kadını iyice yalnızlaştıracak ve çaresizleştirecektir. Bu yüzden susmayı sineye çekmeyi tercih ederler.

İmkânsızlıklardan dolayı zaman zaman birkaç aile bir araya gelerek aynı evde yaşamaya çalıştıkları için aile içi ve aileler arası mahremiyet kaybolur. Çocuklar uygunsuz durumlara şahit olur ve gördüklerini model alıp, kendinden güçsüze aynısını uygulamaya çalışır. Bu boyutta şiddet, taciz, tecavüz, uygunsuz elde edilen kazanç vb. artış göstermektedir. Ağırlıkta ataerkil toplumlardan gelen baskılar, en çok kadınların yüreğini ağlatır, annesi ağlayan bir çocuğun gözyaşları, bilmedikleri bir diyarda akar gider, sonuç olarak savaş herkesi yaralar ama en çok kadınları ve dünyaya getirdiği çocukları ağlatır.

Elbet bir gün zalimler, masumların akıttığı gözyaşları içinde boğulacak, işte o zaman insanlık ağlamayacak!