Okuyan, öğrenen, düşünen, araştıran, sorgulayan ve öğrendiğini uygulayan toplumlar ilmen, ekonomik olarak, teknolojik olarak ve diğer konularda başarıya ulaşmışlardır. Bu ilerleyiş yönetimde, hukukta, insan haklarında, özgürlüklerde...
Okuyan, öğrenen, düşünen, araştıran, sorgulayan ve öğrendiğini uygulayan toplumlar ilmen, ekonomik olarak, teknolojik olarak ve diğer konularda başarıya ulaşmışlardır. Bu ilerleyiş yönetimde, hukukta, insan haklarında, özgürlüklerde ve gelir dağılımında da toplumlara mesafe aldırmış, barış içinde yaşamalarını sağlamış ve sağlamaya da devam etmektedir.
Okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, öğrenmeyen toplumlar da, her yönden geri kalmışlardır. Halen köklü bir devlet yaratamamışlar ve oturmuş bir demokrasileri yoktur. İç ve dış savaş ve karışıklık içinde yaşamaktadırlar. Bu durum ekonomik yönden geri kalmalarına ve tüketici, kaynaklarını harcayan, satan veya kaybeden ülkeler haline gelmişlerdir. Dünya ya şöyle bir göz attığımızda bizim coğrafyamızda 57 islâm ülkesinin tamamında her alanda geri kalmışlık kendini göstermektedir. Ülkemiz de buna dahildir. Etrafımız ateş çemberi ve maalesef ülkemizde de can güvenliği azalmaktadır.
Yukarıda anlatılan geri kalmışlığın temelinde insanları yeterince okumaması, araştırmaması, sorgulamaması nedeniyle inanarak, başkalarının dediklerine evet ya da hayır diyerek yaşama biçimini seçtiklerini görürüz. Tıpkı, lokantada “ benimki de aynısından” der gibi yaşama şeklini seçiyoruz.
Bir restorana gittiğinizi düşünün, biri var ki; menüye bakıyor ne yiyeceğini seçiyor, şu etten yapılmış şunu istiyorum, biraz yanına şundan istiyorum. Tuzu şöyle olsun, acısı böyle olsun, yanına şu yoğurttan, az sulu, salatalıktan cacık istiyorum. Üzerine kuru nane de ekiverin. Yemeğin yanına az pilav üzerine az kuru fasulye konulsun… Ha yanına Kuru soğan da istiyorum. Bir diğeri ne yiyeceğini bile bilmiyor. Şundan mı şundan mı derken dönüp “benimki de aynısı olsun” deyiveriyor. İşte birinci kişi yemekleri tanıyor, malzemesini biliyor, neyi nasıl yiyeceğini biliyor ve tanımlayarak istiyor. İkinci kişi kendinden emin değil, çaresiz bir kolayını seçerek aynısından diyerek belki de istemediği şeyi yiyecek. Eğitimli, bilgili insan ile eğitimsiz insanda tıpkı böyledir.
Bir şeyin altını çizmek istiyorum. Diyeceksiniz ki 8 yıl ilköğretim, 4 yıl Lise, 4 yıl fakülte okuyoruz işte. Evet, bu okullarda sadece okuma yazma öğreniyoruz ve bizi sınavlara hazırlıyorlar tıpkı yarış atı gibi. Eğitim almıyoruz. Aileden de ilk 6 yaşına kadar doğru düzgün bir eğitim almıyoruz. Aldığımızda korkuya dayalı, inanarak yaşamaya dayalı bir eğitim oluyor. Bir çok ailede bu eğitimde yetersiz. Ne yazık ki; dinimizi ailemizden öğrenemiyoruz, hocalardan öğrenmeye çalışıyoruz. Ahlaki kuralları, doğru davranışları ve kişilik kavramlarını coğrafya ya da matematik kitabının içinde öğreteceklerini zannediyoruz. Maalesef okullarda öğretim var, eğitim yok. Bu da zorunlu ve sınav geçmek için alınıp verilen bilgiler. Okulda verilen kısmı disiplin ve eğitsel şeyler de baskı ile ve ders geçmek için zorunlu alındığı için, hafızalara kaydedilmiyor. Yani öğretim ile eğitim birbirinden ayrı şeyler.
Eğitim ilk yaşlarda ailede başlar, okul hayatı boyunca devam eder. Hem aile hem öğrenim hayatında doğru eğitimlerle eğitilen çocuklar, ergin yaşlarda kitap okuyarak da kendini geliştirir. Soru sorar, düşünür, sorgular, araştırır ve böylece eğitimli bir insan olmaya çalışır. Ama ne çare ki; ülkemizde insanların çoğu hayatını 3-5 kitap okumadan tamamlıyor. Kısacası okumuyoruz…!
Halbuki Kuran’ı Kerim’in Alâk süresinin 1 ayetinde “Yaratan Rabbinin adıyla oku” diye başlayan bir dini kitabımız var.
"Dünyayı isteyen bilime, ahiretiisteyen bilime, hem dünyayı hemahireti isteyen yine bilimesarılsın."“İlimle geçen bir gece, ibadet ile geçen bin geceden hayırlıdır” “ İlim Çin de de olsa alınız” “Beşikten mezara kadar okuyunuz” diyen bir peygamberimiz, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Hz. Ali’miz, “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır. Okumaktan murat ne, kişi Hak'kı bilmektir. Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir” diyen Yunus Emre’miz, “En yüce servet, ilimdir.” “Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.” “Âdem’in Âdemliği; akıl, hayâ ve ilim iledir.” diyen Hacı Bektaş Veli’miz, “Mum olmak kolay değildir… Işık saçmak için önce yanmak gerek” diyen Mevlana’mız var.
“
Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi vs. okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir” diyen bir Mustafa Kemal Atatürk’ ümüz var.
Kutsal kitabımız, Peygamberimiz, Hz.Ali halifemiz, Mevlâna’mız, Yunus Emre’miz, Hacı Bektaş Veli’miz ve M.Kemal Atatürk’ümüz hep okumanın ve ilmin önemine değinmişler. Bunlar bizim büyüklerimiz değil mi? Peki, biz neden okumuyoruz? Biz bu insanları yere göğe kondurmaz iken neden bunların dediklerini yapmıyoruz? Neden? Herkes bu soruyu 15 dakika kendine içinden sorsun ve cevabını bulmaya çalışsın. Haftaya okumanın önemini ve kişi üzerindeki etkileriniz yazacağım. Esen kalın.