Bize ait soyut bir dünya ve bizi kuşatan, sert ve bir o kadarda acımasız kuralları olan somut bir dünya var.
Hangisi daha gerçek?
Dünyanın sıkıntılarından biraz olsun yüz çevirip, hayal kurmayalı ne kadar oldu acaba?
Kendimizi dinlemeyeli, kendimizle yüzleşmeyeli ne kadar oldu acaba?
Biraz hayal kurmaya başlasak sanki suç işlemiş gibi etrafımızdaki birileri tarafından sürekli olarak durdurulmaya çalışıyoruz.
Lafla ekmek teknesi dolmaz, harekete geçmen lazım derler.
Evet doğru harekete geçmek lazım ama düşünmeden hareket etmek olur mu?
Bize dayatılan kurallarla mı yaşamaya devam edeceğiz, yoksa hayaller kurup kendi kurallarımızı kendimiz mi belirleyeceğiz?
Bizi kurdukları düzene öyle bir bağlamışlar ki, tıpkı araba sürmek, bisiklet kullanmak gibi düşünmeden yapıyoruz, düşünmeden yaşıyoruz.
Halbuki bizimde bir irademiz var.
Bu sorgulamaları yapıp kendimize bir yol arayıp, bir yol bulabilmek için, hayaller kurmalı, iç dünyamızla yüzleşmeli ve sürekli olarak kalbimizi yoklamalıyız.
Her hareketimizin başlangıç noktası olan kalbimizi dinlemeli, onu iyiliklere doğru yönlendirmeliyiz.
Kalbimizi iyiliklerimizi çoğaltmak yönünde yoğunlaştırıp, niyetlerimizi güzellikler için yapmaya başlayınca, işte o zaman kendimize göre bir hayat yaşamaya başlayabiliriz.
Sadece bir gün için iyi bir insan olmaya çalışalım ve değişimi kalbimizde yaşayalım.
Unutmayalım ki, hareket noktamız niyettir ve niyetin yeri de kalptir.
Büyüklerimizin her zaman dediği gibi “Ameller niyetlere göredir”
O zaman niyetimizi düzeltip yeniden başlayalım, bu çetrefilli hayata, bize ait olan hayatı yaşamaya.