Herkes sahte samimiyetlerle davranıyor. Ama kimse çıkıp da siz ne yapıyorsunuz riyakarsınız demiyor.
Kime mi ?
Gidenin..
Gelmeyenin.
Üzenin...
Sömürenin...
Sevdirip de sevmeyenin.
Ağlatanın...
Yalancının...
Kandıranın..
Duygularımızla oynayanın.
Menfaati uğruna satanın.
Göz göre göre yok sayanın.
Ve sonrada ortaya çıkıp hak hukuk ve adaletten bahsedip insanız diye ortalıkta dolaşıyoruz ne yazık ki...
Yazık olmasına yazıkta birde kendimize hak gördüğümüz donanımlar istiyoruz. Sanki insani olarak vazifelerimizi yapmışız gibi.
Sahi soralım kendimize en son ne zaman;
Bir mazlumu sevdik
Bir çiçek büyüttük,
Bir hayvana iyi davrandık
Bir yolcuya yardım ettik
Bir Tene değil de bir kalbe dokunduk.
Ya da !
Hangi yetimin yüreğine ilaç olduk,
Hangi susamış bedene bir bardak su uzattık
Hangi taşın altına koydun o mübarek (!) elini
Hangi uzanan eli tutup merhem olduk
Hangi çaresize rızık oldun emek verdik
Hangi çocuğu güldürüp umut olduk
Hangi yetimi, kimsesizi burs verip okuttuk
Hangi yolunu kaybetmişe yol olduk
Hangi kimsesize ve garibana can olduk
Hangi karanlıkta kalmışa ışık olduk
Hangi ağlayan yüze bir çift göz olduk
Hangi dağın karını eritip bir damla su olduk
Hangi ekmek götüremeyen aileye erzak olduk
Hangi parasız hastanın suyuna ilaç olduk
Belki de hiç biri. Hatta en üzücü tarafı iyilik namına hatırlamak zorunda olduklarımıza zorlanmamızdır. Bu riyakarlık niye o zaman.
Aslında insan üstü güçlere değil de insan olmak yeterliydi bizim için .
Evet sadece insan olmak.
Ve şatafatlı hayatlarınızı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamanın da sonunun geleceğini, kimseye "hayrı dokunmadan" geçip gitmenin insanlık olmadığını aklımızdan çıkarmadan yaşamayı becerebilmek.
Sadece bir sevgimiz olsun.
Bir de geride kalan bir avuç iyilik.
İnanın gerisi yalan.
Hani Üstad Musa EROĞLU der ya;”Ah yalan dünya” diye. Biz niye bir yalana inanalım o zaman…
Kalın sağlıcakla