Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem; ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu!
Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi. İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma… İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem; ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu!
Eksik de olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biriydi Mustafa. Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömdü. Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine sakladı.
Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça, ne eksik bacağını hisseder oldu, ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını. Tek bacağı üzerinde ilerledikçe, vuslatın sıcaklığını hissetmeye başladı.
Mustafa çeşme başına oturup biraz soluklandı, kana kana su içti. Az sonra, yanına merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaştı. Üniformalı birini görmek heyecanlandırdı Halil Emmi'yi. Giden kolay kolay gelmezdi geri bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine baktı… Yüzünü, saçlarını okşadı. Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başladı. Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir kelime çıktı dışarı. Sanki dokuz yıldır mahpustu ağzında; ‘’Mustafa’m!’’
Sarıldılar doyasıya… Hıçkırarak ağlayan Mustafa şaşırdı haline, ‘’demek hala dökecek gözyaşım kalmış’’ diye geçirdi içinden.
Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürdü Mustafa’yı. Avlunun tahta kapısından içeri girip, tahta bir sandalyeye oturttu. Halil Emminin ağlaması hala son bulmamıştı. Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini sildi. Hafif bir tebessümle: ‘’Hoş geldin Mustafa’m, Nasılsın?’’ diyebildi. Mustafa, sessiz bir şekilde; ‘’şükür’’’ dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koydu. Yorgun gözleriyle Halil Emmi'nin gözlerine baktı. Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzattı.
Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açtı, okumaya başladı. Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın Tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını kaybettiğini ve artık konuşamadığını bildiriyordu. Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biriydi fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktı.
‘’Mustafa’m… Yiğidim! Anlıyorum hissettiklerini, heyecanını. Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda; gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim. Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti. Karın Zehra bebeğiyle ortada kaldı. Sizden bir haber alınamayınca öldünüz sandık. Ne bir mektup geldi, ne bir haber, ne de gidip de geri dönen biri. Ortada kalan muhtaç kadınlar harbe giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi. Zehra da küçük kardeşin Hasan ile evlendi. Senin oğlun Ali de Hasan’ı babası biliyor. Ama artık Ali demiyorlar, Mustafa diye değiştirdiler adını. Halil Emmi yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam etti.
Mustafa duydukları karşısında önce tepkisiz kaldı. Göz damarlarının kızardığı fark ediliyordu. Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştı dokuz yıl boyunca. Ayağa kalktı… Koltuk değneklerine tutunup kapıya yöneldi. ‘’Nereye oğul?’’ diye seslendi Halil Emmi. Mustafa mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret etti. Parmak ucunun gösterdiği yerde ‘’Kolağası Cafer’’ yazıyordu. Halil Emmi anladı Mustafa’yı… Geldiği yere geri dönecekti.
O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmadı. Geceyi beraber geçirdiler. Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazdı Halil Emmi. Tüm olan biteni uzunca anlattı. Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı. Heybesine biraz para, biraz azık koydu. Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmadı.
Mustafa, bazen yaya, bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaştı. Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi. Mustafa’yı evine aldı. Kendi evlatlarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterdi. Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı. Hareketleri anlamsızlaştı. Bir müddet sonra akli dengesini kaybetti. Tüberkülozu ağırlaştı.
Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındaydı.
Ve karısı Zehra…
Mustafa’m bir gün döner gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu. Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı.
*Bir zafer; binlerce acının birbirine örülmesiyle oluşur*