Gazetecilik mesleği hiç bu kadar basit ve sıradan olmamıştı. İletişim araçlarının hızla gelişmesi ve dijital ortamda üç beş kelimeyi bin bir zahmetle çoğu kaynak belirtilmeden yani kibarcası çalınan cümlelerle sayesinde bir de vesikalık fotoğrafını ekleyerek Uğur Mumcu edasıyla gazeteci-yazar ilan edilenlerin çok olduğu bir ortamda bu mesleğin onuru ve hasiyeti resmen pancar oldu.

Gazetecilik mesleği hiç bu kadar basit ve sıradan olmamıştı. İletişim araçlarının hızla gelişmesi ve dijital ortamda üç beş kelimeyi bin bir zahmetle çoğu kaynak belirtilmeden yani kibarcası çalınan cümlelerle sayesinde bir de vesikalık fotoğrafını ekleyerek Uğur Mumcu edasıyla gazeteci-yazar ilan edilenlerin çok olduğu bir ortamda bu mesleğin onuru ve hasiyeti resmen pancar oldu.

Eskiden böyle değildi, vallahi billahi böyle değildi. İnanmayanlar İrfan Gazetesinin arşivine baksınlar. Oradaki yazarların yazılarına baksınlar.

O dönemde gazetecilik onurlu bir meslek idi, emek harcanarak yapılan daha çok memleket sevgisiyle yapılan bir meslekti. Siverek’te görev yapan muhabirler haber peşinde koşarken yaşamını yitiren muhabirlerimiz oldu. Sefer Güneş İrfan ve Milliyet gazeteleri için trafik kazası haberine giderken trafik kazasında can verdi.

İrfan gazetesinin sahibi Osman Güyüç, tüm yaşamı boyunca elinde ses kaydı cihazıyla memleketin sorunlarına çözüm bulmak, bu sorunları korkusuzca tarafsızca gazetesinde dile getirmek çini ömrünün sonuna kadar haberin ve haber kaynağının peşinde koştu. Öldüğünde cenazesinde sadece üç beş kişi vardı.

Haber peşinde yaşamını yitiren sefer Güneş kardeşimi kimse hatırlamıyor. İsmi bir parka veya bir caddeye de verilmedi.

Geçmişte yapılan gazeteciliği yazarlığı anlatsam bu köşeye sığmaz. Burada birkaç yazarı yad etmek isterim. Fikret Karakoyunlu, öğretmen Mehmet Ali Kayadağ, Avukat Serhat Bucak, Avukat Zühtü Çiğdem, Avukat Mustafa Şefik Arıkan bunlar gazeteden beş kuruş alamadan sorumlu müdürlük ve yazarlık yaparlardı. Yine o dönemde memleketin faydasına hiçbir ücret almadan haber peşinden koşan, gazeteci Muharrem abi, Mahmut Özer, Şeyhmus Çakırtaş ve ismini sayamadığım benden önce takma isimle haber ve köşe yazan onlarca gazeteci vardı.

Çok zor şartlar altında haber ve makale yazardık. Çoğu zaman gazetenin daktilosu bozuk olduğu için elle yazardık.

Zaman çok değişti. İletişim araçları baş döndüren bir hızla gelişti, bazı muhabirler eğer kendilerini muhabir görüyorlarsa, masa başında haber peşinde koşup haber yapan gerçek muhabirlerin yazdıklarını kopyalayıp kendileri yazmış gibi yapıştıran masa başı muhabirlerin her gün biraz daha çoğaldığı bir dönemde yaşıyoruz.

İki kitap okumadan, gündemden bihaber makale yazıp kendi sitesinde Yaşar Kemal pozuna girip ben yazarım diye ortada dönen üç kelimeyi beyinlerinin bir yerine, koyamayanlar kocaman yazar ve muhabir olduğu bir dönemin ta ortasında kalan kalemler…

Bu dönem kadar hiçbir dönemde basın yani habercilik ve yazarlık hiç bu kadar ucuz pancara dönmemişti.

Gazetelerin o kendine has mürekkep kokusu kayıp olunca, bahçıvan Mehmet Ali amcanın dediği gibi “Yeni ferikler çıkmış kırmızı yumurta yapıyor!“

Paranın kiri, siyasetin ahlaksız tozu bu mesleği bu kadar kirletip sözüm ona bazı gazetecileri dilenci konumuna koyup yağdanlık yapmamıştı.

Ellerinde fotoğraf makinesi ve kameralarla haber peşinde koşan muhabirlere sürekli okuyup yazan yazarlara hiçbir lafım yoktur.

Çağın nimetlerinden yararlanıp kâğıt üstünde kendisini ajans sananlar, kalemini tehdit aracı yapıp kalemiyle dilenenleredir lafım. Ve ne yazık ki bu dilenci kılıklı yazar ve gazetecilerin sayısı artarak bizi de zan altında bırakıp kirletenleredir sözüm.

Yazımı rahmetli Hasan Hilmi’nin bir sözüyle bitirmek istiyorum, “He ulan he, siz oldunuz gazetelerin başyazarı, biz olduk küçelerin sutarı”