Dünyadaki tüm insanlara yaşadığı yeri sevme özelliği ona Allah tarafından tâ doğarken verilmiştir.
Dünyadaki tüm insanlara yaşadığı yeri sevme özelliği ona Allah tarafından tâ doğarken verilmiştir. Bu sevgi giderek vatan sevgisine varıp dayanır. Bir insana "Nedir bu köy, şehir veya vatan sevgisi ?" diye sorsan kendine göre size bir cevap bulacaktır. Belki genel bir tarif vardır ama; herkese göre de bir kelamı vardır...
Köyünde yaşıyor olması, orada yaşayıp büyümüş olması, diğer yerlerden bir ayrıcalığının bulunması, köyünü çok sevmesi, o yörenin havasıyla suyuyla hemhal olması, o kültürle büyüyüp o kültürle ölmesi vs gibi cevaplar gelir aklımıza. Oysa sadece bilinen söylediğimiz bunlar dışında esaslarına nedense pekte varılmaz. Hani bir ata sözümüzde " Kuru kuru kadanı alam " denildiği gibi... Köyümüzle ilgili, yurdumuzla ilgili aklınıza geldiği her şeyde bir fedakarlık gösterebiliyorsak işte esas sevgi o dur... En basit ve en küçük bir şeyde dahi bir özveride bulunamayan sadece onun lafını ediyor ve kendini kandırıyor demektir. Şimdi bir de Çanakkale savaşlarındaki 276 kg'lık gülleleriyle gemileri batıran Seyit Onbaşı'daki vatan sevgisini kendimizinkiyle karşılaştıralım mı?
Geçenlerde Çanakkale'deki savaş meydanlarını geziyoruz. Eceâbat'tan Gelibolu'ya oradan da Saros körfezine yakın olan Kabatepe'ye varıyoruz. Her şey muhteşem her yer güzel ama, ne yazık ki orada namaz kılacak bir cami dahi bulamadık. O canlar niye feda olmuş, o kanlar niçin akmıştı? Varın cevabını sizler verin... Rehberimiz Seyit Onbaşı'nın tek başına 276 kg'lık gülleyi topun namlusuna sürdüğünü, İngiliz gemilerini nasıl batırdığını ve savaşın seyrini nasıl değiştirdiğini etraflıca anlattı... Savaşın bitişinden dokuz buçuk yıl askerliğinden sonra Seyit Onbaşı köyüne döner. Bir gün onu çok merak eden Gazi Mustafa Paşa Edremit'teki onun köyüne gelir maiyeti ile. Rehber anlatıyor:
" Gazi paşa Seyit Onbaşı'yı sorar kaymakam dahi, kimse bilmez onu. Edremit kaymakamı onu buldurur, kılığını beğenmediği için bi tıraş ettirip bir takım da elbise giydirerek o şekilde paşanın huzuruna çıkarır. Durumun farkına varan paşa, kaymakam başta olmak üzere oradaki herkesi azarlar ve çok üzülür. Aralarında şu ibretlik konuşma geçer.
-Koca Seyit isimli topçu onbaşısı sen misin evlat?
-Benim gumandanım.
-Tek başına nasıl kaldırdın o kocaman gülleyi?
-İşte Allah'ın izniyle oluverdi gumandanım. Sankim ıfacık tefecik çam yarması gibi geliverdi elime.
-Peki asker, sen kumandanlarından para, altın, madalya ve hiç bir ödülü de kabul etmemişsin. Sana maaş bağlayalım mı?
-Kırk yılın başı vatanımıza bi iş, bi hızmat ettiysek hemen ödül, maaş mı olur? Pazularını göstererek, Allah'a hamdolsun gücüm güvvetim var ben çalışır gazanırım. Bu halde iken maaş almak bize helal olmaz paşam!.. Beni yanına çağırıp, fincan gayfe sunmanız benim için en büyük mükafattır gumandanım.
-Koca gülleyi kaldırdığın gibi beni de kaldırabilir misin?
-Hayır gumandanım, gülle başka siz başka...
-Sen eski bir askersin. Yine askere çağırsam, isteyerek severek gelir misin?
Koca Seyit hiç düşünmeden:
-Tabey gelirim gumandanım hiç gelmez miyim? Değil dokuz sene, on sekiz senem bilem olsa gelirim. Gumandanlar haydin esger ocana gelin dedimiydi, tabey ki goşa goşa, seve seve gelirim.
Rehberin bu konuşmalarını dinleyen hepimizin gözlerinden yaşlar akıyor ve onlara saygılı birer torun olamamanın ızdırabıyla kıvranıyorduk. Şimdi konuşmalar üzerine bize ve günümüz insanının köy ve vatan sevgisine bakalım... Bu zamanda en ufak bir fırsat yakalayanlar, onu en büyüğü ile değerlendiriyorlar.
Maaşı bile kabul etmeyen o mübarek ve büyük insana, sonraki çok zor zamanlarında bir maaşı bile çok gören bu devlet, Seyit Onbaşı'yı boynunda urganla odun hamallığı yaparak öbür dünyaya yollamıştır... Onun ruhuna bir Fatiha okumayalım mı?..