İnsan bazen, çaresizlikler denizinde yüzüp durur, dört bir yanı kuşatılmış, nereye bakarsa baksın payına hep düşen çaresizlik olur.
Özünde aslında kişinin içinde bulunduğu durum çaresizlikten çok sevgisizliktir. Paranın kirli pasının kirlettiği yürekleri gördükçe insanın çaresizliği daha çok artar, o zaman yüreğinde ağır bir sızı başlar, kararır gözleri, dizleri taşıyamaz olur kendisini, canından can katıp emek verdiğin insanların onu görmemesi, anlamaması daha bir ağrıtır yüreğini.
Yürekte başlayan ağrı ne diş, nede baş ağrısına benzer. Yitirir anlamını elinle büyüttüğün güller mevsimlik çiçekler, keyif alamazsın yaşamdan, bir çocuğun gülüşü bile dindirmez yüreğinizdeki acıyı.
Belki sizi anlayan, yürekten seven birileri vardır, ya siz geç kalmışsınız ya da onun eli kolu bağlanmıştır, istese de acıyan yüreğinize merhem olamaz. Biliyorsunuz duvarların ötesinde gecenin sessizliğinde sizin için ağlayan iki göz vardır, ne çare başını dizine koyup içinde birikmiş sevgisizlikleri haykırıp ellerini tutup’’ iyi ki varsın’’ diyemiyorsunuz!
O zaman çaresizlik zincirleri daha çok kanatır yüreğinizi. Sizi seven, sizin için gözyaşı döken birinin olduğunu bilip, bir ömür elini tutamamak düşüncesi daha da çıkmazlara, açmazlara sürükler sizi.
Anlamını yitirir yaşama dair ne varsa, yaşayan bir ölü gibisiniz, gülerken içiniz kan ağlıyor, roldür yaptığınız, tıp ki bir sinema yada tiyatro artisti gibi. Her sabah uyandığınızda yüzünüzü yıkar gibi maske takarsınız, sonra günlük yaşamın size biçtiği rolü oynamaya başlarsınız. Hangi şehirde yaşarsanız yaşayın o şehrin evleri, caddeleri, sokakları sizin sahnenizdir, kanatsa da içinizi, yaşamın sevgisizlikleri ve inceden inceye yüreğinize dolsa da en yakınınızdakilerin sevgisizlikleri gülümsemelerle belirlenir yüzünüzde, tıpkı zorunlu askerlik gibi gülümsersiniz insanların riyakârlıklarına, sevgisizliklerini, vefasızlıklarını. Ne kadar haykırsanız deseniz ki; ‘’ey insanlar vefa bir semtin adından çok insanlığın en temel kuralıdır’’kimselere duyuramazsınız sesinizi.
Duymayan binler, on binlerin vurdumduymazlığı doldurur yüreğinizi. Bir başına kaldığınızda son bahar yağmurlarına döner gözleriniz, oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun mutsuzluğuna dönüşür yüreğiniz.
Giderek kaçarsınız insan kalabalığından, dostlarınızdan bile kaçarsınız, yalnızlık mutluluğunuzdur. Hiç kimsenin sizi göremeyeceği tenha yerler ararsınız. Bir başına kaldığınızda bulutlar daha bir anlam kazanıyor, birden hayret edersiniz ne zamandan beridir unutmuşsunuz bulutların maviliğini, gökyüzünde birer kutsal mum gibi duran yıldızları san ki ilk kez görüyormuşçasına yüreğinize bir nebzede olsa yaşam sevinci düşmeye başlar.
Yalnızlık Gerçekçiliğin diğer adıymış sizin için, insan içine çıktığınızda taktığınız maskelerden kurtulmuşsunuz, sizi gün boyu sıkan, terleten elbiselerden kurtulmuşsunuz, çırılçıplak kalmanız aslında bir ayıptan çok, mahkûmiyet hissi veriyordu size. Çıplaklık aynı zamanda yeni doğmuş bir bebek ve yıkanmaya hazır bir ölü gibi duruyor.
Çıplaksınız paradan yana hiçbir şey yok üzerinizde, ne parayla alınan elbiseler, nede cebinizde ki banka kartları.
Çıplaklığınız çıplak bir yaşam muhasebesi yapmanızı sağlıyor. Yaşanan savaşlar, Aldatan eşler, ihanet eden sevgililer.
Anlamsız geliyor bunca çaba ve didişme. Sonu bu gece gibi çıplak kalmak değil mi? O İlahı son yani ölüm değil mi, yaşamın sonu?
O zaman neden takınır maskeler, neden bulaşır temiz yürekler paranın kirine. Daha lüks bir yaşam uğruna insanları aldatıp ağlatmak niye?
Bu kadar niye sorusunun tek cevabı; mezarlıklarda saklı.
Sizde benim gibi çıkmazları ve aşmazları yaşıyorsanız bir gecenin yarısında ölülere anlatın derdinizi.
Ben öyle yaptım, önceki gece asri mezarlığa gittim. Rast gele bir toprak mezarın başında durdum. Mezarın tanıtıcı bir tabelası yoktu. Derdimi bir kadına mı, yoksa bir erkeğimi anlatım bilmiyorum.
En gizli sırlarımı, işlediğim günahları korkusuzca mezara anlattım. İçimde ne varsa adeta toprağa boşalttım deşarj olmuştum. İçimi rahatlattım, maske takmaya da gerek yoktu, biliyordum anlattıklarımız ikimizin arasında kalacaktı. Hiç kimselere sırrımı demeyecekti. En doğrusunu yapmıştım. Dostuma anlatsam bir gün bozuştuğumuzda o da dostuna anlatacaktı. Çocuklarıma, eşime anlatsam zaafımı bilip bir gün bana pazarlama ihtimalleri vardı.
İçim rahatlamıştı, yaşama ve ölüme dair en iyi hesabın mezarlıkta yapıldığına inandığım için gecenin bir yarısında tanımadığım bir mezar taşına gözyaşlarımla birlikte sırlarımı da döktüm.
Doğrusu rahatladım çıplak oluşum kadar rahattım.
Mezarlığa neler mi anlattım oda benle Allah arasında kalsın.
Saygılarımla…