Yine bir Siverek gecesi, pişmanlıklarımın, dalgınlıklarındayım, gece soğuk yağmura hasret, bu şehrin insanları kuraklık korkuları yaşarken, ben çoktan yitirdim yüreğimdeki sevgi tılsımlarını ve yüreğim bir zamanların Harran toprağı kadar kurak ve verimsiz Siverek kentinin toprakları yağmura hasret bense….
Beynimde karışık duygular soğuktan bir an önce kurtulmak için sırtımda artık bana ağır gelmeye başlayan çantamdan, soğuktan titreyen yüreğimi ısıtmak için koşarcasına yürüyorum.
Tam köşeyi dönecekken o adamı gördüm. Durdum öylece kaldım.
İki çöp bidonunu önünde bir el tavlası. Adam önce sağına, soluna baktı. Köşedeki beni gecenin karanlığında fark etmemiş olacak ki rahat hareket ediyordu. Caddeden geçen araçların farından yüzünü seçtiğimde onu tanımıştım.
Orta yaşlarda biriydi, yaşlı olmamasına rağmen her halinden yıprandığı belliydi. Araç farlarının aydınlattığı yüzündeki sakalı bir matem sonrası acılar yüzünden jilet değmeyen sakala benziyordu.
Bildiğim kadarıyla kimi kimsesi yoktu, kimsenin matemini tutacak halde değildi. Çöpten topladığı naylon, demir parçalarını el arabasının üzerine bırakıyordu.
Adamın hali, beni adeta duygusallığa bağladı.
Kimsesiz olmanın bedeli bu kadar ağır mı?
Yoksa bir zamanlar onunda bir sevdiği vardı da, sırtından hançerleyip böyle yaralı mı bıraktı!
Yaralıydı, kan akmıyordu hiçbir yerinden, ben gecenin karanlığında yürek yarasını görüyordum.
Dünyanın en kötü silahı ihanet, nankörlük ve sevgisizliktir. Yaralandı mı insan, ya kendisini bitirir ölünceye kadar, ya da yaşamına son verir ihaneti, nankörlüğü, sevgisizliği öldürür.
Şimdi çöp bidonlarında dolaşan o eller kim bilir kaç kez bir yarın saçlarını okşayıp ellerini tutmuştur. Ağlamayı unutan gecenin karanlığında zeytin karası gibi parlayan gözler kim bilir sevdikleri için kaç kez gözyaşı dökmüş.
El tavlasının arkasına geçip başka bir çöp bidonuna yönelirken, ona his ettirmeden izlemeye başladım.
Adımlarını hasta bir insan edasıyla ağır ağır atıyordu. Tavlanın üzerindeki üç, beş parça değildi onu bu kadar yoran.
Yorgunluğunu, yalnızlığını anlayabiliyordum. Beni bu adama çeken bir şeyler vardı. Onun acılarına, yoksulluğuna tanıklık yaparak içimdeki acıları mı bastırmak istiyordum? Nasıl bir psikolojiydi beni bu yalnız adamın peşinden sürükleyen, yoksa yalnızlığıma arkadaş mı arıyordum bu gecenin karanlığında.
Birkaç metre illerde durdurdu el tavlasını. Kaldırıma çöktü. Cebinde çıkardığı kaçak tütün torbasından bir sigara sarıp dumanını savurdu sisli geceye. Sonra bir gülümseme belirdi yüzüne gülüp elini salladı geceye..
Gecenin soğuk havası iliklerime kadar işlemesine rağmen, bir türlü bu adamı bırakıp eve gitmiyordum.
Sonra kalktı çömeldiği yerden, çöpü karıştırıp aramaya başladı, bulduğu şeyler hoşuna gitmemiş olacak ki kızgınlıkla tekrar çöpe fırlatıyordu.
Bulduğu şeyleri satsa bile kazandıklarıyla yaşanmazdı.
Neydi bu adamın aradığı, bir lokma ekmek aradığı kesindi. Fakat gecenin karanlığında kimselere görünmeden aradığı bir parça ekmekten öteye bir şeydi.
Konuşmak dertleşmek çok istedim, cesaretimi toplayarak yanına yaklaştım.
Merhaba kekom. Selamımı almadı zeytin karası gözleriyle şöyle bir bana baktı bakışlarından bile git başımdan beni yalnız bırak dediği belli oluyordu.
Cebimdeki az tutardaki parayı kendisine vermek istedim. Al bunları bu gece çok soğuk başka zaman çöpten eşya ararsın.
Sert bir ses tonuyla şöyle dedi” git buradan ulan ben çöpten bir şey aramıyorum, kendimi arıyorum”
Aslında haklıydı, yalnızlıklarını, pişmanlıklarını eski aşklarını çöplükte arıyordu.