Artık tatlı düşler görme yaşını çok gerilerde bıraktık. Kaçak tütünle kaçak çayın eski tadı yok, ilk nefeste öksürükle boğulur oluyoruz.
Artık tatlı düşler görme yaşını çok gerilerde bıraktık. Kaçak tütünle kaçak çayın eski tadı yok, ilk nefeste öksürükle boğulur oluyoruz. Hayat acımasız biz ise toyduk, henüz tanışmamıştık yaşamı kıran sert rüzgârlarla. Cesurduk cesur olmasına ama komşu kızının dudaklarını öpecek cesareti kendimizde bulamazken, devrimler yapma cesaretini hep canlı tutardık. Karadeniz yaylasında kemençe sesiyle, Kürt dağlarında davul, zurna ve zılgıt sesleriyle ölümün halayına durmak bizim için günlük sıradan işlerdi. O sevgilinin dudaklarını öpememenin hasreti yakardı yüreğimizi, utanır sıkılır zulamızda düşlerde öperdik sevgilinin hafif tüylü ensesinden..
Gıdası emek ve alın teri olan bizler, hep çocuksu ve masum hayaller kurardık. Ne sert rüzgârlar olup saçlarını dağıttık bir Laz kızının, ne de hırsız olup düşlerini çaldık gözleri maviye çalan bir Kürt kızının.
Okuryazar olmasak ta dilimizle şiirleri okumasın bildik sevgiliye. Okuduğumuz her şiirin birde düşünü kurardık, hiç olmayacak düşler ve kavuşamayacak ellerin masum falcıları gibiydik.
Umudun anası gibiydi, ‘gün doğmadan biz gün yüzü görmemiş hayallerle başlardık güne, masum ve sevecendik.’ ‘İtten post insandan dost olmaz’ demedik. Seviyorduk cümle yaratılanı çok sonradan öğrendik bu sevginin Yaratandan geldiğini. Hiçbir zaman sevgiyi bölüp çıkarmadık, altın tartar gibi sevgiyi tartmadık, beklemedik karşılığını bu yüce duygunun, aşkın ihalesini yapıp ihaleye fesat karıştırmadık…
Öyle uçuk hayallerde kurmadık. Sevdiğimizle tüm yaşantımız bir dilim ekmek, bir baş soğandan yanaydı. Kendimizi vaaz geçilmez görmedik, görenleri de zaten biz sevmedik.
Yuvarlak tatlı bir pastaya benzeyen, bu yalan dünyada büyük dilimin peşine düşmedik, dilimimiz büyük olsun diye kimseyi haraç mezat satılığa çıkarmadık. Atalarımızın ataları gibi düşündük ‘yarın dudaklarından gayri’ dedik, paylaştık bir lokma ekmeğimizi..
Temizlemeye çalıştık dünyanın kirli çarkını, bazen kir pas bazen de kan revan içinde kaldık. Birileri hep horladı bizi ve sevgimizi. İnandık insana ve sevdik en çokta sevdiklerimizi yanılttı, hatta sattı bizi sevda pazarında.
Her seferinde bir daha asla sevmem dedik, her seferinde Mevlana dedemizin sözleri bizi yine yatıştırdı sevda kapısında. Tövbelerimizi kaç kez bozduk kaç kez aldandık sevgi nankörlerine..
Uslanmaz bir çocuk gibi, her seferinde bir gülümsemeyle uslandık, unutuverdik aştan yana çekilen acıları..
Sustuk korkaklığımıza sayıldı. Düşlerimiz her seferinde ihanet hançeriyle parçalanırken, biz inadına çay demler gibi yeniden demledik düşlerimizi. Sıcaktı hayata aşka dair düşlerimiz, her seferinde birileri Mem’u Zin’in arasında diken olan Beko Awan gibi bir taş arttı yüreğimiz yaralandı, kanattı sıcak yaşam düşlerimizi..
Biz inadına kaçak çayı, hayata dair düşleri kalbimizde demlemeye devam ediyoruz. Gönül kapımızı Mevlana kapısı ettik, dost ile dara düşen buyursun dedik…