Yazı yazan insanlar için, konu bazen öyle çok olur ki; hangisini yazayım diye düşünürken, bazen de, çeşitli sosyal ve siyasal nedenlerle ya da yanlış anlaşılırım endişesi insanın beynini yorar, geçicide olsa beyin, anahtarı yitirilmiş bir kapıya döner.
Bazen de bir olay veya bir fotoğraf karesi yazı yazan için iyi bir kaynak olur, sayfalarca yazıyı bir fotoğraf karesinin içine rahatlıkla sığdırma imkânı verebilir.
Aşağıda karalamaya başlayacağım satırların kaynağı bir fotoğraf karesidir. Genç gazeteci arkadaşlarımızdan Yusuf Eyüp Sarı bir haber için getirdiği fotoğraf kareleri arasında iki farklı kare fark ettim.
İki karede genç bir çınar ağacının, mevsime yenilip sarı yapraklarını dökmek için bir rüzgâra muhtaç halini görünce kalemi elime alıp not defterimi çivi yazı şekli olan el yazımla karlamaya başladım.
Sararmış yapraklar, manzara güzelliğine renk kattığı gibi, insana bazen de tüketilmiş bir ömrü hatırlatıyor. İnsan Azrail’in gelişine, sararmış yaprak ise rüzgârın insafına kalmış. Zamanı geldiğinde ikisi de düşecek dalından.
İnsan ancak belli bir yaşa gelince farkına varıyor, tüm mevsimlerin hayal, hava kanat çırparak bulutları selamlayan kuşların birer imtihan sorusu olduğunu.
Yalandır aslında tüm mevsimlerin adı. Havada dönen kuşlar, bahçelerde açan bin bir çiçeğin hallerinin ve insan belli bir zamandan sonra anlar gerçeğinin adının ölüm olduğunu.
İnsan bazen bir ağacın sararmış yapraklarından anlar, dünyanın her mevsiminin adının yalancı bahar olduğunu.
Geç olmuş belki farkına varıldığında zamanın. “İki elim kanda olsa terk etmem yarını gülüşünü” değdin ada, elinde sararmış bir fotoğraf karesi içinde kalmış terk etmem dediğin o yarın gülüşleri.
Ancak bir zaman sonra yapılır muhasebesi zamanın ve yaşamın. Bu âlemin zaman tünelinden kimlerin geldiği, kimler göçüp gittiği, geldiği gibi gidişişleri de çırılçıplaktı.
Rahmetle anıldı bazıları, ilahi teraziyi yalan rüzgârlarına kaptırmadan, yalan dünyanın yalancı baharlarına aldanmadan, merhamet felsefesini yüreğinin kapısı yapanlar hep rahmetle anıldılar.
Nice şahlar, sultanlar gelip bir baharın gülü için, bir bahçeyi tarumar ettiler. Üç günlük dünyanın yalan şerbetini içmek için kardeşlerine zehirli şerbet içirdiler. Ben ölmem, hep öldürürüm diyenler Azrail’in bir ıslığıyla ölüme gittiler.
Görmek isteyen için sararmış bir yaprağın, rüzgâr karşısında düşüşüdür hayatı anlamak. Bazen bir gülün yaprak döküşünden anlar insan güçlülerin ve ben yenilmezim diyenlerin, nasıl yalan bir rüyanın içinde göçüp gittiklerini.
Bazen sararmış bir yaprağın daldan düşüşü anlatır insanın çaresizliğini. Böyle bir fotoğraf karesinden girdim dünyanın içine…
Birkaç satır karalayıp paylaşmak istedim kendimce…