21 Haziran Pazar günü Babalar Günü olması nedeniyle içimden gelerek babam için yazdığım köşe yazısı sizlerle...

Sevgili dostlar malumunuz haziran ayının ikinci haftası babalar günü. Bende sizlere ölmüş babama yazdığım mektupla konuk olmak istedim
Sevgili babacığım; Uzun yıllardan beridir ilk kez sana bir mektup yazıyorum. Kaç yıl geçti aradan inan bende bilmiyorum. Sesine, en önemlisi o içten gülüşüne hasret kaldığım zamanlar, bana bin yıllardan daha uzun gibi geliyor.
Sevgili babacığım; Zamansız esen hoyrat bir rüzgâra kapılıp, senden kopuşum üzerinden yıllar geçse de sevgi saçan gülüşlerin ilk gün ki gibi aklımda. Yıllar geçse de aradan, sana olan özlemim, hasretim bir gün bile yüreğimden düşmedi.
Sevgili babacığım; yaşadığımız yoksulluk, yıllarına rağmen en mutlu olduğum yıllarımın çocukluk yıllarım olduğunu, şimdi daha iyi anlıyorum, daha dün gibi aklımda; bir hafta sonuydu çalıştığın yeri ve işi çok merak etmiştim. O gün beni kendinle işe götürmek için, ağlayıp yalvarmıştım.
Sen her zamanki gibi babacan gülümsemenle’ ‘Oğlum benim yaptığım iş hamallık, hamallığın neyini merak edeceksin, bu bir sanat değil ki öğrenesin, meşe kömürünü doldurup yükleyeceğim, tozu çok pis ciğerlerine dolar’ ‘Oysa sen yıllardır bizim nafakamız uğruna o tozu yutuyordun, bir günlükte olsa kömür tozunu yutmama gönlün razı olmuyordu. Tabi o Çocuk aklımla babalığın bu kadar zor olduğunu nerden bilecektim. Sonunda inadıma yenik düşüp beni o gün işe götürmüştün.
Beraber bir depoya girmiştik, içerisi karanlık, kömür tozunun zerrecikleri ilk anda insanın nefesini kesiyordu.
Gözelerim karanlığa alıştığında koca meşe kömürü yığınını gördüğümde korkmuştum bu yığın nasıl çuvallara dolacak. Korkumu anlamış olacaksın ki, ellerinle omzuma dokunup’ ‘korkma oğlum bu iş senin babanın bir gününü alır, istersen sen dışarıda otur ben hal ederim’ ‘Erkekliğe kömür tozunu kondurmamak adına; Yok baba ben seninle çalışacağım. İşe koyulduğumuzda kömür tozunun genzime kaçmasıyla öksürmeye başladığımda, işi bırakmam için adeta yalvarıyordun, baba yüreğinin sigara yaprağından ince olduğunu bilmediğimden olacak seni anlayamamıştım.
Toz kaçmasın diye ağzına bağladığın mendilini ağzıma bağlamıştın, kömür tozundan yüzünü seçemiyordum, tek gördüm bana karanlıklar içinde sevgiyle gülümseyen gözlerindi. Oysa toza yakın sen çalışıyordun. Akşama kadar doldurduğumuz, aslında doldurduğumuz kelimesi biraz abartılı oldu, daha doğrusu senin doldurduğun kömür çuvallarını bu kez sırtına alıp kamyona yükleyişin karşısında sana bir kez daha hayran kalmıştım.
Çocuk aklımla babam ne kadar güçlü diye içimden geçirmiştim. İşimiz bittiğinde tükürüğümüz kömür karası kesmişti. Yolda yorgun ve mutlu bir şekilde evimize dönerken, bu işten kaç para kazanacağını sormuştum. Gülümseyerek bu işten kazanacağın parayı söylediğinde, çocuk aklımla isyan etmiştim. Toz yutmuştuk, terimiz bile kömür siyahlığında bedenimizde kurumuşken, alacağımız paranın azlığı beni isyana teşvik etti.
Hiç unutmam nasırlı ellerinle ellerimi tutup şöyle demiştin’ ‘Bak oğlum bizim rızkımız bu kadar, bizden çok iyi varlık içinde yaşayan insanlar var, birde bu işi bulamayanlar var, en önemlisi elimiz ayağımız tutuyor, gözleri görmeyenler, sakat ve yatalak olanlar var, sen sürekli bu çaresizleri düşün ve Allah'a hep şükür et, bak senin adında Şükür’den geliyor; Şükrü demek şükür kâr demektir''
Sana gülümsememe rağmen içimde ki kömür tozları ve içinde bulunduğum yoksul yaşama karşı yumruklarımı hep sıkılı tutum.
İçimden hep neden bu yoksulluk sorusu vardı. Sen yüreğimde yoksulluğa, eşitsizliğe karşı yükselen isyan ateşinin sevgiyle şükürle bastırmaya çalışırken, ben inadına bize bu yoksul ve biçare yaşamı layık görenleri arayıp bulmaya çalıştım.
Ben bu arayışlarda seni yitireceğimi hiç düşünmemiştim. Senden koptuğumda henüz on altı yaşındaydım, senin yüreğinin bir parçasını kanatacağımı hiç düşünmemiştim.
Evet, sevgili Babacım; Çok sonradan duydum öldüğünü, ölürken evlat hasreti çeken bir babanın can çekişini duyduğumda mezarın toprağı çokmuş, başucunda ki asma ağacı üzüm tutmaya başlamıştı.
Ölüm haberini duyduğumda, bende yaşayan ölüler mezarlığındaydım. Bir gün anneme sordum; nasıl oldu babamın ölümü? Neden 48 yaşında öldü?
Annem bana karşı yıllardır biriktirdiği kızgınlığını adeta suratıma haykırırcasına ; ''Senin yüzünden öldü!''
Senin yüzünden lafı, söz olmaktan çıktı, tıpkı bir kurşun misali, yüreğime saplandı. Neden? diyebildim. Anam gözyaşları içinden’ ‘sen bu şehirden gittiğin gün rahmetli baban avluda oturmuştu. Gittiğini öğrendiğinde sandalyeden sendeleterek yere düştü, ağzından iki damla kanla birlikte ''Bu oğlan bana neden bunu yaptı?'' O düşüşten sonra bir daha düzelmedi. Öldüğünde bile rahat ölemedi, hep senin ismini sayıkladı.
Evde küçük bir fotoğrafın vardı, arkadaşın fotoğrafçı Kasım, O küçük fotoğrafı büyüttü, fotoğrafı babanın göğsüne bıraktık. Baban göğsüne bırakılan fotoğrafından sonra can verebildi''
Annemin anlatımlarına karşı kendimi savunmaya çalıştım. Evet, Babacığım; yoksulluk, hasretlik ve evlat sevgisi ölümüne etken olmuştu. Bu ölüme sebep ben olmasam da, etken olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum.
Sevgili Babacığım; benim eski isyankâr halimden eser kalmamış, Ben baba olmadan babalığın bu kadar zor olduğunu ve senin benim için neler çektiğini bilmiyordum. Şimdi seni daha iyi anlıyorum. İnan Babacığım seni şimdi daha çok seviyor ve arıyorum.
Sevgili babacığım bu gün babalar günüymüş, geceden yazdığım bu mektubu mezarının başucuna bırakmak için sabah erken saatlerde mezarlığa geldim, bir süre sessizce ağlamaya başladım.
Beni duyacağına inandığım için mezarının başında sana şöyle seslendim; Af et beni baba babalığın bu kadar zor ve zahmetli bir iş olduğunu bilseydim, inan seni hiç üzmezdim ve inan baba namuslu bir babanın işinin taş işçiliğinden zor bir iş olduğunu bilseydim, bu çarkı bozu, savaşların sefaletin açlığın kol gezdiği bir dünyada baba olmazdım.